12Mayıs 1919
günü Mustafa Kemal Paşa’nın Şişli’deki evine gittim. Heyecan
içindeydim. “Paşam” dedim.
“Sizin
Müfettiş olarak Anadolu’ya gideceğinizi öğrenmiş bulunuyorum. Ben de sizinle
beraber gelmek istiyorum. Müsaadelerinizi istirham edeceğim.”
Bir an durdu, düşünceli
bir tavırla yüzüme baktı.
“Gerçek amacımızın, millet ve memleketi boyunduruk
altından kurtarmak olduğunu biliyorsun. Yapmak istediğimiz işin büyüklüğünü
bile bile böyle konuşman beni çok memnun etti... Ama iyi düşün Hikmet!. Bu çok
büyük, fakat çok tehlikeli bir iştir. Bu işin ucunda başarılı olmak kadar ölmek
de var.” dedi.
16 Mayıs 1919 sabahı evden ayrıldım. Bandırma
gemisine gittim. Mustafa Kemal Paşa
ve karargâh üst subaylarından bazıları güvertedeydiler. Karargâh kadrosu
dışında Kur. Alb Refet Bele Bey de bulunuyordu.
Dahiliye Nazırı (İçişleri Bakanı) Mehmet Ali Bey, gemiye bir jandarma yüzbaşısı göndererek “İyi yolculuklar” dileğini iletti.
Gemimiz ağır ağır demir aldı. Tarihi yolculuğun başlangıcındaydık.
Bandırma
vapuru İsmail Hakkı Bey’in
yönetiminde limandan biraz açıldıktan sonra, Kızkulesi açıklarında tekrar demirledi. Bir İngiliz Kurulu gemiyi kontrole geldi. İngilizler, Anadolu’ya silâh kaçırılmasını önlemek
amacıyla gemimizi kontrol ediyorlardı. Aradıklarını bulamadılar. Gemimiz tekrar
demir aldı.
Gemimiz, düşman zırhlılarının arasından geçerek
ağır ağır Karadeniz’e doğru
ilerlemeye başladı. Hepimiz güvertede bu manzarayı üzüntüyle seyrediyorduk. Bir
ara Mustafa Kemal Paşa :
“Bunlar işte böyle yalnız demire, çeliğe, silâh kuvvetine
dayanırlar. Bildikleri şey yalnız madde. Bunlar, hürriyet uğruna ölmeye karar verenlerin
kuvvetini anlayamazlar. Biz Anadolu’ya ne silâh, ne cephane götürüyoruz. Biz
ideâli, İmanı götürüyoruz!...”
Refik Saydam Bey’le geminin arkasındaki küpeşteye yaslanmış, ağır ağır kaybolan İstanbul siluetini seyrediyorduk. Bir
ara Refik Saydam Bey:
“Acaba
İstanbul’u bir daha görebilecek miyiz?”
dedi...
Artık Karadeniz’deyiz. Akşamın karanlığı iyice çöktü. Uzaklarda tek tük
görünen ışıklar da kaybolup yerini karanlığa bıraktı. Sert rüzgâr yüzümüzde
şaklıyordu. Gittikçe şiddetli bir fırtınaya dönüştü.
Gecenin karanlığı içinde
büsbütün korkunçlaşan Karadeniz’in
hırçın dalgaları üzerinde Bandırma
gemisi sallanmaya başlamıştı.
Bu sıralarda Mustafa Kemal Paşa ile Kaptan İsmail Hakkı Bey arasında şu konuşmalar geçmiş :
“Kaptan, Karadeniz’de bu kaçıncı yolculuğunuzdur?”
“Marmara’dan
taşraya ilk çıkışımdır Paşam!”
“Karadeniz’in tehlikeli noktalarını biliyor
musunuz?”
“Paşam,
Kerempe Burnu’nu geçersek tehlikeyi kısmen atlatmış oluruz.”
“Peki, hangi rotayı izliyorsunuz?”
“Ne
rotası Paşam? Allah’a sığındık gidiyoruz.”
“Niçin böyle gidiyoruz, bunun sebebi?”
“Geminin
birçok noksanı var Paşam. Pusula yok, parakete bozuk. Böyle bir geminin rotası
olur mu ki?. İki gün önce hareket emrini verdiklerinde, bütün noksanlarımı
anlattıysam da dinletemedim...”
“Pekâla. Normal rotayı izlemeyeceksiniz. Mümkün
olduğu kadar kıyıya yakın gideceksiniz”
Uykusuz geçen gecenin
sabahında, güverteye çıktığımızda fırtınanın sürmekte olduğunu gördüm. Saatte
yedi mil hızla sallana sallana yol alıyorduk.
İstanbul’dan
ayrılmadan evvel kulağımıza, İngilizlerin Karadeniz’de gemimizi batıracakları
söylentisi çalınmıştı. Haberi, Rauf
Orbay Bey, Mustafa Kemal Paşa’ya
bizzat vermişti. Kaygılarımıza rağmen herhangi bir şey olmadı.
Gece saat 11 de ölü şehir havası veren İnebolu’ya
geldik. Şiddetli dalgalar karaya çıkmamızı engelleyince, yolumuza devam ettik.
18 Mayıs
günü saat 12 ye doğru gemimiz Sinop limanına girdi. Dalga sebebiyle,
gemiye güçlükle yanaşan bir sandala binerek karaya çıktım. Samsun Tümen Komutanlığı’na,
geleceğimizi bildiren bir telgraf çektim ve gemiye dönerek Paşa’nın yaveri Cevat Abbas
Gürer Bey’ e emrin yerine
getirildiğini ilettim.
19 Mayıs 1919 sabahı saat 6 da, direğine
ordu forsu çekilmiş gemimiz ağır ağır Samsun
limanına girdi. Hepimiz heyecan içinde şehre bakıyorduk. Parlak yaz güneşinin
ışıkları altında Samsun, beyaz
badanalı evleri, yemyeşil tepeleriyle, gözlerimizin önüne uzanıyordu.
Kıyı, ana baba günü
halindeydi. Gemimiz demir atınca sahilden coşkun gösteriler yükseldi. Hemen
ardından geminin etrafını kayıklar sardı. Halkın bu coşkun gösterisini görünce
boğazıma birşeyler düğümlendi, gözlerim yaşardı.
Gemiye yanaşan kayıkların
birinden çıkan bir binbaşı, bizlere “Hoşgeldiniz” dedikten sonra karaya davet
etti. Önce Mustafa Kemal Paşa, bizi
tehlikeler içinde Samsun’a getirmeyi
başaran kaptanımız İsmail Hakkı Bey’le
vedalaştıktan sonra kayığa bindi. Ardından bizler de ikişer, üçer diğer
kayıklara bölüştürüldük. Heyecan içindeyiz. Kıyıya yaklaştıkça rıhtımda
birikmiş ve bayrak sallayan halkın gösterileri çoğalıyordu.
Tahta iskeleye ilk çıkan Paşa oldu. Karşılamaya gelenleri süzdü
ve diğer karargâh subaylarının karaya çıkmasını bekledi. Daha sonra yüksek
sesle :
“Haydi arkadaşlar!.. Karada bize ölüm yok artık...”
Uykusuz ve kaygı içinde
geçen 3 günden sonra kutsal Anadolu
toprağına ayak basmıştık. İskelenin önünde yer alan bando gümbür gümbür marş
çalmaya başladı. Samsun Mutasarrıfı
Ethem Bey, Mustafa Kemal Paşa’nın elini sıktı. Ardından şehrin Askeri Komutanı, Belediye Başkanı, Polis
Müdürü de Paşa’ya ‘hoşgeldiniz’
dediler.
Halkın arasında,
iskeleden, bize ayrılan okul binasına kadar yürüdük...
Hikmet Gerçekçi (*)
(*) Hâkim General, Atatürk’le beraber Samsun’a
gidenlerden (1886-1962)
Kaynak: Atatürk’ten
anılar, kemal arıburnu, işbank kült. yay.1976 s.352-360