9 Mart 2015 Pazartesi

ÇİN ATASÖZLERİ


  • Akıllı bir adam deliyi azarlamaz
  • Bir insan ne kadar az şey görmüşse, hayreti o kadar artar.
  • Dünyada kusursuz iki insan vardır, biri ölmüştür diğeri doğmamıştır.
  • Nasıl yapılabileceğini bilmek, yapmaktan daha kolaydır.
  • Balık avlamak için ağaca tırmanma.
  • Zevkleri en ucuz olan, en zengin kişidir.
  • Namuslu bir adam, akrabadan daha çok saygıya değer.
  • İyi insan her yönde doğruya ulaşır.
  • Kuyu çok derin değil, asıl ip fazla kısadır.
  • Vicdan iyi ile kötüyü ayıran tek ışıktır.
  • Ölen kaplan post, insan ad bırakır.
  • Yaslı bir gün sevinçli bir aydan uzundur.
  • Bütün nehirler denize akar, fakat deniz taşmaz.
  • Yılana vurup öldürmezsen, o dönüp seni ısırır.
  • Bir kalp iki kişiye birden hizmet edemez.
  • Güvenilir bir dost, hazinedir.

İNGİLİZ ATASÖZLERİ

  • Kimse görmek istemeyenler kadar kör değildir.
  • Elinizdeyse başka insanlardan akıllı olun, ama sakın onlara bunu söylemeyin.
  • Namusluluk iki uçlu bir silâhtır.
  • Üzüntüyü uyandırma, sadece uyukluyordur.
  • Aşkın ilk nefesi, mantığın son nefesidir.
  • Küçük darbeler büyük meşeleri devirmiştir.
  • Suda kendi yüzünü, şarapta başkasının kalbini görürsün.
  • Fazilet hiçbir zaman ihtiyarlamaz.
  • Korku daima cahillikten doğar.
  • Çorbanın da aşkın da ilk kaşığı tatlıdır.
  • Kimsenin işine burnunu sokmayanlar için asla heykel dikilmez.
  • Üç sadık dost: İhtiyar zevce, ihtiyar köpek ve hazır para.
  • Bir işi başarmak, üzerinde konuşmaktan zordur.
  • Sinekleri balla tutmak, sirkeyle yakalamaktan daha kolaydır.
  • Mağrurlar, başkalarındaki gururdan nefret ederler.
  • Hayatın sırrı şudur: Beğendiğinizi yapmayın, fakat yaptığınızı beğenin.
  • Güneş battığı vakit küçük yıldızlar parlar.
  • Topal adamla yaşarsanız, topallamayı öğrenirsiniz.
  • Güzel doğan kadın, evli olarak doğmuş demektir.

TÜRK ATASÖZLERİ


  • Türk'e bir selâm ver yiyeceğini düşünme
  • Komşu komşuya bakar, canını ateşte yakar
  • Arif isen bir gül yeter koklamaya, cahil isen gir bahçeyi yıkmaya
  • Ağaç kapı kapanırsa, altın kapı açılır
  • Sebat olmayan yerde meram neticesiz kalır
  • Her yorulana han yapılmaz
  • Yanmış mal ile ölmüş baba ile övünülmez
  • İyilik bilmeyen için, su getiren de testiyi kıran da birdir
  • Gamdan ölmese gayretten helâk olur
  • Cennete girse fidan kırar, cehenneme girse kazan deler
  • Oynamasını bilmeyen kız "yerim dar" dermiş
  • El için ağlayan gözden, yar için ağlayan dizden olur
  • Gönül ne kahve ister ne kahvehane, gönül bir dost ister kahve bahane
  • Zaman sessiz bir testeredir
  • Adam adama yük değil, can gövdeye mülk değil
  • Gün var yılı besler, yıl var ayı beslemez

8 Mart 2015 Pazar

NURETTİN ERGÜVEN, ESER VE BİYOGRAFİ

NURETTİN ERGÜVEN   (1905 – 1979)
İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi’ni bitirdi. Ayrıca, Dresden Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde öğrenim gördü. Önce doğa gözlemlerine dayalı çalışmalar, sonraları ise, “yüzeysel, hayâli kompozisyon ve manzaralar” yapmıştır

Nurettin Ergüven-Yenicami-İstanbul 59x48

7 Mart 2015 Cumartesi

DOWN SENDROMU TESTİNDE AMNİYOSENTEZ

Anne karnındaki bebeği saran ve göbek kordonu yüzeyine uzanan zar, amniyon boşluğu denilen bir boşluk oluşturur. Bu boşluk içinde gelişmekte olan bebeği koruma görevi olan suya benzer bir sıvı bulunur (amniyon sıvısı) . Gebeliğin başlangıcında küçük olan amniyon boşluğu, giderek büyür ve koryonun (cenini saran dış zar) iç yüzeyi ile temasa geçer.

AMNİYON BANTLARI

Amniyon boşluğu iç duvarında oluşan patolojik yapışıklıklardır. Şerit şeklindeki bu yapışıklıklar, amniyon boşluğunun herhangi bir bölgesinde gelişebilir ve hiçbir belirti vermeden hamileliğin sonuna kadar kalabilir. Bazı vakalarda ise, bebeğin gelişimini engelleyerek organ eksikliklerine sebep olabilirler. Bebek kol veya bacağı eksik doğabilir.

6 Mart 2015 Cuma

REFİK EPİKMAN, ESER, BİYOGRAFİ

REFİK EPİKMAN   (1902 – 1974)

Sanayi-i Nefise’yi bitirdi (1925) . Aynı yıl Paris’e gönderildi. Julian Akademisi’nde öğrenimini sürdürdü. Yurda döndükten sonra, bir müddet Güzel Sanatlar Akademisi’nde asistanlık yaptı. Sonra, Gazi Eğitim Enstitüsü’nün Resim Bölümü’nde, kuruluşundan itibaren emekliliğine kadar çalışmıştır (1932-1966). “Konstrüktivist” bir anlayışla, “figüratif” bir resmi 1960 yıllarına kadar sürdürdü. Bu tarihten sonra ise, “konstrüktivist bir geometrizmin soyut anlayışına” yöneldi. “Yazar” olarak da hizmetleri olmuştur. İki kez, Devlet Resim Ödülü almıştır.


Refik Epikman - Yaban Ördekleri  45x35 cm

5 Mart 2015 Perşembe

YAŞAR KEMAL, BİYOGRAFİ

YAŞAR KEMAL   (1923 – 2015)

Asıl adı Kemal Sadık Göğceli’dir. Adana’nın Hemite (Göğceli) köyünde doğdu. Van’dan göç etmiş bir çiftçi ailedendir. Beş yaşındayken babası öldü. Kaza neticesi bir gözünü kaybetti. 1939 da ortaokuldayken yazdığı “Seyhan” adlı şiir, Adana Halkevi’nin yayın organı olan “Görüşler” dergisinde yayınlandı. 1941 de geçim zorluğu nedeniyle, ortaokul son sınıftan öğrenimini terketti. Pamuk çiftliklerinde ırgat kâtipliği yaptı.

Çukurova yöresinden derlediği manileri “Çifte Çapa Manileri” adı altında, yine Halkevi’nin dergisinde yayınladı (1941) . Yazdığı “koşma” biçimindeki şiirleri “Ülkü” (Ankara 1942) , “Kovan” (İzmir 1943) , “Millet” (Ankara 1943) , “Beşpınar” (Gaziantep 1943) dergilerinde yayınlandı. Adana Halkevi 1943 de derlemelerinden bir kısmını “Ağıtlar” adıyla kitaplaştırdı. 1943-44  yıllarında vekil öğretmenlik, batos ırgatlığı, çiftçi kâtipliği, traktör sürücülüğü, pirinç tarlalarında su bekçiliği yaptı.

4 Mart 2015 Çarşamba

BAKİ, ŞİİR VE BİYOGRAFİ

BAKİ   (1526 – 1600)

İstanbul’da doğdu. Asıl adı Mahmut Abdülbaki’dir. Fakir bir müezzin’in oğludur. Çocukluğu saraç çıraklığıyla geçmiştir. İlk şiir bilgilerini, bu çıraklık devresinde Sait Zati’den almıştır. Medresede yetişmiştir. Müderrislik (medrese öğretmenliği) yapmıştır. Edirne, Mekke ve Medine’ye kadılık yapmak üzere gönderilmiştir. Gittikçe yükselerek önemli bir yer olan İstanbul Kadılığı’na getirilmiştir.Daha sonra Anadolu ve Rumeli Kazaskeri de olmuş, ama adliyenin en yüksek makamı olan Şeyh-ül İslâm’lığı çok istediği halde, isteğine kavuşamadan vefat etmiştir. Dört Padişah devrinde de yerini koruyabilmesi, üstün bilgisinden ve yerini hak etmiş olmasından ileri gelir. Yükselmek ve yeni mevkiler elde etme isteği bakımından hırslı sayılırdı. Kanuni’ye çok bağlıydı. Onun vefatı üzerine “Terkib-i Bend” denilen parçalı şiir şekliyle uzun ve güzel bir mersiye (ağıt) yazmıştır. Divanı vardır. Din ile alâkalı konularda bazı tercümeleri de vardır.

RUHİ (Bağdatlı Ruhi), ŞİİR VE BİYOGRAFİ

RUHİ   (? – 1605)

Bağdat’lı olduğu için doğduğu yerle anılır. Asıl adı Osman’dı. Babası Rumeli’lidir. Kendi halinde bir şairdi. Dervişler gibi yaşamış, çok seyahat etmiştir. Yaşadığı yerlerdeki aksaklıkları uzun bir manzumeyle alaya almıştır. “Terkib-i bend” ve “Terci-i bend” denilen parçalı nazım şekillerindeki eserleriyle tanınır. Divanı da vardır. Divanındaki gazellerin sayısı bin kadardır. Şam’da vefat etmiştir.

Bu âlem-i fânide ne miriz ne gedâyız
Alâlara âlâlanırız, pest ile pestiz

(Bu ölümlü dünyada, ne beyiz, ne dilenci. Bize yüksekten bakanlara biz de yüksekten bakarız, aşağıdan alanlara aşağıdan alırız.)

Sizden kim ırağ oldu ise Hakka yakındır

Zira ki dalâlet yoludur tuttuğunuz râh


(Sizden uzak olanlar Allah’a yakınlaşır. Çünkü tuttuğunuz yol kötülük yoludur.)

Devreylemedik yer komadık bir nice yıldır
Uyduk dil-i divâneye, dil uydu hevâya  

(Nice yıldır dolaşmadığımız yer bırakmadık. Biz deli gönlümüzün havasına uyduk. Deli gönül de kendi havasına ve hevesine uydu)

Hâk ol ki Hudâ mertebeni eyleye âli

(Adil ol ki, Tanrı yerini yüceltsin)

                                                   Bağdatlı Ruhi

SÜLEYMAN ÇELEBİ (Mevlid Yazarı), BİYOGRAFİ

SÜLEYMAN ÇELEBİ    (? – 1422)

Hayatı hakkında kesin bilgiler yoktur. Daha ziyade söylentilerden ibarettir. Yıldırım Bayezid zamanında Bursa’da Ulucami’nin imamıydı. Bir vâiz, Kur’anı Kerim’den bir ayeti tefsir ederken, Peygamberler arasında fark olmadığını, Hz. Muhammed’in Hz. İsa’dan üstün olmadığını söyleyince; Süleyman Çelebi, vâiz’in yanlışlığına çok üzülerek Hz. Muhammed’in herkesten nasıl üstün olduğunu göstermek üzere “Mevlid” i yazdı. Bu eseri 1409 yılında tamamladı. Altı kısımdan oluşan bir mesnevidir. Bölümleri :

Mevlid (doğuş yeri)
Münacat (yakarış)
Velâdet (doğum)
Risalet (peygamberliğin gelişi)
Miraç (göğe yükselişi)
Vefat ve dua

Mübarek günlerde, besteyle okunur ve toplu olarak dinlenir. “Mevlid” in kutsallığı, okunup dinlenmesi, Müslüman Türkler arasında  daha yaygındır...

HAYALİ, ŞİİR VE BİYOGRAFİ

HAYALİ   (? – 1557)

Vardan Yenicesi’nde doğmuştur. Asıl adı Mehmed, şöhreti Hayali Bey’dir. İstanbul’a gelince Sadrazam İbrahim Paşa tarafından korunmuştur. İbrahim Paşa, idam edildikten sonra O da saraydan ayrılmıştır. Kanuni devrinin en üstün şairlerindendi. Divanı vardır. Edirne’de vefat etmiştir.

Hayali'den Örnekler

Gülün derdinden ey bülbül ne çektin gerçi ün verdin
Gamından dilberin, senden hezâran derdnâkim ben

(Ey bülbül!, sen gülün derdiyle ne çektin ki; bunca ün verdin? Güzelin üzüntüsüyle ben senden binlerce kere daha dertliyim.)

Aşk bir şem’i ilâhidir, ben’im pervanesi
Şevk bir zincirdir gönlüm onun divanesi


(Aşk bir Tanrı mumudur ki çevresinde dönüp duran pervane ben’im ve istek öyle bir zincirdir ki, deli olup onunla bağlanan da ben’im)

3 Mart 2015 Salı

ŞEYHİ, ŞİİR VE BİYOGRAFİ

ŞEYHİ   (1371 ? – 1431 ?)

Asıl adı Yusuf Sinan’dır. Kütahya doğumlu.  I. Murat, I. Bayezid, Süleyman Çelebi, Çelebi Sultan Mehmet ve II. Murat zamanlarını görmüştür. İran’da tasavvuf ve göz hekimliği öğrendi. Germiyan Beyi II. Yakub’un saray hekimi oldu. Çelebi Sultan Mehmet’i Ankara’da bulunduğu sırada tedavi etti. Karşılığında Tokuzlu Köyü’nü tımar olarak aldı. Oraya giderken tımarın eski sahipleri tarafından soyuldu. Uğradığı felâketi “Harnâme (eşek hikâyesi)” adlı taşlama şiirinde anlattı. Şiiri Ahmedi’den öğrendi. Saray şairi olarak yaşadı. “Husrev ve Şirin” adlı tamamlanmamış uzun bir şiir hikâyesi, Divanı vardır. Bu eserlerin hepsi yeni harflerle de basılmıştır. Şeyhi, başından geçen olayı alaya almak için yazdığı şiir şeklinde bir hikâye olan “Harnâme” sinde şunları söyler :

MUHİBBİ (Kanuni Sultan Süleyman)

MUHİBBİ   (1494 – 1566)

Asıl adı Kanuni Sultan Süleyman’dır. “Muhibbi” mahlasıyla şiirler yazmıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nun sınırlarını genişleten ve devrin en güçlü devleti haline getiren, Osmanlı’yı, Avusturya-Viyana kapılarına kadar götürmüş bir hükümdardır. Divanı vardır. Bazı şiirleri atasözü kadar kıymet kazanmıştır. Kanuni devri, Osmanlı kültürünün altın çağıdır...

Halk içinde mu’teber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi

(Halk arasında, iktidar mevkii kadar istenen, değerli bir şey yoktur zannediliyor. Oysa bir nefeslik sağlıktan daha değerli ne vardır)

NECATİ (Şair), BİYOGRAFİ

NECATİ   (? – 1509)

Asıl adı İsa’dır. Devşirmedir. Bir kadının kölesiyken iyi bir öğrenim görmüştür. Kastamonu’ya yerleşince, şiirleri ve hattatlık denilen elyazısı mesleğinde başarısıyla tanındı. Fatih’in divan kâtipliğine tayin edilerek İstanbul’a geldi. II. Bayezid zamanında, padişah oğlunun divan kâtibi olarak Karaman’a gitti. Şehzade Mahmut’un Manisa Valiliği’nde nişancıbaşısı (imza kâtibi) oldu. İstanbul’da vefat etti. Divanında topladığı şiirler, yeni harflerle bastırılmıştır.

AHMET PAŞA (Şair), BİYOGRAFİ

AHMET PAŞA  (? – 1497)


Edirne’de doğdu. Fatih Sultan Mehmet tahta çıktıktan sonra yüksek mevkilere getirildi. Vezir oldu. Bir ara Padişahı kızdırdı, vezirliği geri alındı. Yedikule zindanına hapsedildi. “Kerem” kasidesini yazarak, kendini affettirdi. II. Bayezıt devrinde Bursa Sancakbeyi (Valisi) oldu. Bursa’da vefat etti. Kendi yaptırdığı medrese yakınına gömüldü. (Yanlış olarak, Bursa’lı Ahmet Paşa diye de bilinir) . Tek eseri Divanıdır ve yeni harflerle bastırılmıştır...

BEBEĞE SIKI DİSİPLİN ŞART MI

BEBEĞE TEMİZ HAVA ALDIRMA

Çocukların her zaman temiz hava alması gerekir. Günün çoğunu dışarda geçiren bebekler, tıpkı büyükleri gibi daha sağlıklı olurlar, iştahları daha iyidir ve soğuğa karşı daha mukavemetlidirler. Bazı anneler kış boyunca, çocuklarını hemen hiç dışarı çıkarmazlar. Bu yanlış davranış yüzünden çocukları renksiz, iştahsız ve hastalanmaya meyilli olurlar.

Kışın bebeği dışarı çıkarmak için müsait zaman öğle vaktidir. Diğer uygun havalarda 3-4 saat dışarıda gezdirebilirsiniz. Güneşli havalarda deriyi yakmayacak şekilde biraz güneş ışığından faydalanması iyi olur.

Yazın, güneş banyosuna 2 dakika ile başlayın. Her gün 2 dakika artırarak 30 dakikaya kadar çıkın ve bu sürede kalın. Daha fazla artırmayın.

BEBEK ODASI SICAKLIĞI

Düşük kilolu bebekler için (2,5 kilodan daha az) oda sıcaklığı gece-gündüz 26-28 derece olmalıdır. Bu tip cılız çocuklar çok çabuk üşürler.  2,5 – 4  kilo arası  bebekler için oda sıcaklığı 20-22 derece olmalıdır. 4 kilodan fazla çocuklar için 20 derece uygundur.

Çoğu anneler çocuklarını fazla giydirmekte ve oda sıcaklığını gereğinden fazla yüksek derecede tutmaktalar. Bunun sonucu, bu çocuklar daha çabuk soğuk algınlığı yaşarlar. Çocuğu lüzumundan fazla giydirmek faydadan çok zarar getirmektedir.

BEBEĞİN UYKUSU

Bebek yeterli gıdayı ve bol temiz havayı aldığı sakin bir yerde yatırıldığı müddetçe, ihtiyacı olan uyuma miktarını kendisi ayarlar.

Çoğu bebekler, yeterli gıda aldıkları ve hazımsızlık çekmedikleri taktirde, ilk aylarda bir meme zamanından, diğer meme zamanına kadar uyurlar. Bazı çocuklar ise herhangi şikâyetleri olmasa dahi düzenli uyumayabilirler. Bunun için yapacak bir şey yoktur.

SIKI DİSİPLİN ŞART MI ?

Çocuğun beslenmesi, uyuması, kakası ve diğer ihtiyaçları için sıkı bir disipline girmek gereksizdir. Çünkü, ne kadar uğraşsanız da çocuğu bir limitten daha fazla düzene sokamazsınız. Diğer yandan, sıkı bir disiplin uygulamaya kalkışırssanız; hem siz yorulursunuz hem de çocuğunuz huysuz ve sevimsiz olur.

Çocuğun bütün düzeni ve ihtiyaçları er veya geç sizin fazla gayretiniz olmadan, ailenin yaşam tarzına uyacak ve arzu ettiğiniz bir disiplin çerçevesine oturacaktır. Çocuk kendini seven, hürmete lâyık bir aile içinde büyürse, diğer insanlarla da mesut ve basiretle geçinmek yolunu bularak gelişim gösterir ve kendine güveni artar.

Çocuğunuza ilk günlerden iyi muamele ettiğiniz taktirde, ileride bundan istifadeye kalkışmayacaktır. Her çocuğun, gıdaya ihtiyacı olduğu gibi; sevgiyle ona gülümsenmesine, kendisiyle konuşulmasına, oynanmasına ve sevilmeye de ihtiyacı vardır. Hiç sevgi görmeyen çocuk, soğuk, çekingen ve insanlara karşı yabancı olur...

Kaynak: çocuk uzm. ihsan doğramacı, annenin kitabı-1952

2 Mart 2015 Pazartesi

BEHÇET NECATİGİL, ŞİİR VE BİYOGRAFİ

BEHÇET NECATİGİL    (1916 – 1979)

Kabataş Lisesi’ni bitirdi. Ardından Yüksek Öğretmen okulu’ndan mezun oldu. Kars, Zonguldak ve İstanbul Kabataş Liselerinde edebiyat öğretmenliği yaptı. 1960 dan sonra İstanbul Eğitim Enstitüsü’nde Edebiyat Öğretmenliğine devam etti ve oradan emekli oldu. Şiirlerinde büyük şehrin orta ve alt sınıf aile ve çevrelerini konu edindi. Edebiyatla ilgili sözlük eserler hazırladı.

Şiir Kitapları : Kapalı Çarşı, Çevre,  Evler, Eski Toprak, Arada, Dar Çağ, Yaz Dönemi, Divançe,  En Cam, Kareler Aklar.

Çok sayıda tercümesi vardır ve 12 oyun yazmıştır.

BARBAROS MEYDANI

Biliyorum, ayıp ve mânasız
Ama peşlerinden gidiyorum
Gezmeye çıktıkları vakit
Ana kız.

1 Mart 2015 Pazar

METİN ELOĞLU, ESER VE BİYOGRAFİ

METİN ELOĞLU   (1927 – 1985)
Güzel Sanatlar Akademisi resim bölümünde öğrenim gördü. Aynı zamanda “şair” olan sanatçının 1961 yılından bu yana birçok “özel sergisi” olmuştur.


Metin Eloğlu - Kompozisyon  60,5 x 60,5 cm

Kaynak: Batı anlayısına dönük türk resim sanatı, adnan turani, isbank kült.yay. 1977

28 Şubat 2015 Cumartesi

BEHÇET KEMAL ÇAĞLAR, ŞİİR VE BİYOGRAFİ

BEHÇET KEMAL ÇAĞLAR   (1908 - 1969)

Erzincan‘da doğdu. Kayseri Lisesi’nin son sınıfından imtihanla Zonguldak Maden Mühendisliği Mektebi’ne girdi. 1932 de bu okuldan mezun oldu. Fransa’da staj gördü. İktisat Vekâleti’nde çalışırken 1934 de inceleme yapmak üzere İngiltere’ye gönderildi. Dönüşte, Halkevleri Müfettişi oldu. 1941 de Erzincan Milletvekili seçildi. 1947 de istifa etti. Robert Kolej’de edebiyat öğretmeni oldu. 1961 de Kurucu Meclis üyeliğine getirildi. Son görevi TRT Yönetim Kurulu’ndadır. Radyo konuşmaları ve Atatürkçü şiirleriyle tanınmıştır...

Şiir Kitapları : Erciyas’tan Kopan Çığ, Burda Bir Kalp Çarpıyor.
Oyunları : Çoban, Atillâ
Nesirleri : Hür Mavilikte, Dolmabahçe’den Anıtkabir’e Kadar, Kur’anı Kerimden İlhamlar.
Bütün şiirlerini 1966 da “Benden İçeri” adlı kitapta toplamıştır.

27 Şubat 2015 Cuma

ÂDET BOZUKLUKLARI

Âdet, kadınlarda 22 ile 30 günde bir muntazam aralarla görülen fizyolojik rahim kanamasıdır. Her ay bir yumurtanın olgunlaşıp çatlaması ve vücutta sebep olduğu hormon değişikliği ile rahimde kanama olur ve rahim duvarı yenilenir. Ölü doku hücreleri kanamayla beraber dışarı atılır. Olgunlaşan yumurta, eğer erkek sperma hücresiyle aşılanırsa bu kanama olmaz ve âdetler kesilir ve gebelik ortaya çıkar.

Bulûğa ermiş kızlar, genel olarak 11  ile 15  yaşları arasında ilk âdetlerini görürler. Bu, çok zaman genç kızlarda korkuya sebep olur ve büyük bir günah işlemiş hissi içine girerler. Bazıları da hastalık korkusu içinde şok geçirirler ve toplumdan kaçmak isterler. Bütün bunların sebebi, genç kızların bu konuda iyi eğitilmemiş olması ve annenin kusurudur.

26 Şubat 2015 Perşembe

ATATÜRK'ÜN TERCİHİ

Anadolu hareketinin ilk günlerinde “siyasal hırslarıyla” tanınmış olan bir “bayanla” konuştuğu sıralarda, Atatürk, ona şu sözleri söylemiş :

            “Hanımefendi, sizin çok güzel gözleriniz var; ben de güzel gözleri çok severim.”

            “Buna rağmen, söyleyeyim : Eğer siz, gözlerinizin kuvvetine güvenerek siyasal bir rol oynamak isterseniz, haber vereyim ki; başarılı olamazsınız !”

            “Çünkü ben, siyaseti, güzel gözlü hanımefendilerden daha fazla severim !..”

                                                                                                Muhiddin Birgen (*)


(*) (1885-1941) gazeteci, son posta gazetesi başyazarı, milletvekili
Kaynak: kemal arıburnu, atatürk’ten anılar,işbank kült.yay.1976 s.311,312

25 Şubat 2015 Çarşamba

ELİF NACİ, ESER, BİYOGRAFİ

ELİF NACİ   (1898 – 1987)

Sanayi-i Nefise Mektebi’ni bitirdi. “D Grubu”na katıldı. Çalışmaları, Belgrad, Peşte, Atina, Moskova kentlerinde açılan sergilerde yer aldı. Milliyet, İkdam, İleri, Tan ve Cumhuriyet gazetelerinde çalıştı. Türk ve İslâm Eserleri Müzesi müdür yardımcılığına (1937) , daha sonra da müdürlüğüne getirildi (1943) . İlk çalışmaları “izlenimci” bir anlayışla yapılmış olup, sonraları “Arap harflerinin estetiğinde, soyut düzenlemelere” gitmiştir.


Elif Naci - Labirent   31x22 cm

24 Şubat 2015 Salı

VÜCUTTA OLUŞAN APSELER

Vücudun herhangi bir yerinde, mikropların dokuları tahrip ederek yaptıkları şişliklere abse denir. Bu şişliklerin içinde daima cerahat maddesi bulunur. Cerahat ise, parçalanan ve ölmüş olan doku artıkları ile mikroplarla savaşmak için buraya gelen beyaz kan hücrelerinden ibarettir.

Toplu iğne başı büyüklüğünden çocuk başı büyüklüğüne kadar farklı çapta abseler, vücudun dış kısımlarında olabildikleri gibi organların içinde de yerleşebilirler. Bunlardan akciğer abseleri, karaciğer abseleri hayatı tehdit edecek ciddiyettedirler. Beyin abseleri bunların en tehlikelisidir. Bu abse şekilleri derhal hastane tedavisi ve ameliyat gerektirir.

Akciğer absesi, tüberküloz harici mikroplardan meydana gelir ve çok zaman zatürre veya müzmin bronş iltihaplarından sonra görülür. Nefes darlığı, öksürük ve yüksek ateşle, cerahatli bol balgam çıkarmakla kendini gösterir. Hastane tedavisi gerektirir.

Vücut dışında ve gözle görülebilen abseler daha az tehlikeli olmakla beraber, bazan yakınlarından geçen kan damarlarına açılarak “Septisemi” denilen ağır ve yüksek ateşli bir tabloya, beyin ve karaciğer abselerine sebep olabilirler. Bundan başka, abse
bölgesinden kopan ölü doku parçaları, hayati organları besleyen kan damarlarını tıkayarak felçlere ve ölümlere sebep olabilirler.

23 Şubat 2015 Pazartesi

GDO TEKNOLOJİSİNİN AVANTAJLARI

Prof. Nuray Uzunören, “Baraka” dergisinde yayınlanan makalesinde GDO (Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar) konusunda yani; bitkilerde gen aktarımından amaçlanan belli başlı “kazanımları” şöyle sıralamaktadır:

Küf mantarlarına karşı direncin artması.

Besin değerinde artış sağlama.

Aroma, tat ve şekilde değişiklik yaratma.

Raf ömrünü uzatma.

Hastalıklara karşı dirençli olma.

Haşerelere karşı korunur hale gelme.

Daha az sulama ile daha çok ürün elde edilmesi.

İklimsel değişikliklere karşı dayanıklılığın artması


22 Şubat 2015 Pazar

BANKACILIĞIN OSMANLI'YA GELİŞİ

Osmanlı’da, devletin son yıllarında görülen iktisadi durgunluk, dini, kültürel yargılar bankacılığın gelişimini geciktirdi.

Dünyada olduğu gibi Osmanlı’da da bankacılık, sarraflarla başladı. Sarraflar temel kredi kaynağı haline geldi. Galata’da toplanan ve çoğunlukla azınlıklardan oluşan Galata sarrafları, change, teminat mektubu verme, borç senedi iskonto etme ve borç verme işleri yaptılar. Osmanlı devleti bu “sarraf-banker”lerden sık sık borç aldı.

Osmanlı’da ilk banka 1847 de iki banker tarafından kurulan “Bank de Constantinapol” dür. Bu banka beş yıl sonra iflâs etmiştir. 1856 da İngilizler tarafından “Bank Osmani” kuruldu. Fransızlar 1863 de bu bankanın sermayesine katkıda bulundular. Böylece bankanın ismi de değişti ve “Bank-ı Osmani Şahane” adını alarak banknot basma yetkisi verildi. (ilerki yıllarda Osmanlı Bankası denilmiş, 2001 de kapanmıştır) 

21 Şubat 2015 Cumartesi

STRESSİZ HAYAT

Vücudunuza dar kıyafet giymeyin. İlâçla yaşamayın. Randevularınızı önceden ayarlayın. Hafızanıza güvenmeyin; mutlaka yazın. Aracınızı, zamanı geldiğinde, bozulmasını beklemeden servise götürüp bakım yaptırın. Her kilidin yedek anahtarını yaptırın ve belli yerlerde bulundurun.

İŞLERİNİZİ ÖNCELİK SIRASINA KOYUN

Yapacaklarınızı öncelik sırasına sokun. Zamanınızı israf etmeyin. Öğle ve akşam yemeklerini basitleştirin. Kötümser insanlardan uzak durun. Önemli evrakın birden fazla fotokopisini çektirin. Evde çalışmayan ne varsa tamir ettirin. Yapmaktan hoşlanmadığınız işler için yardım isteyin. İhtiyaçlarınızı önceden belirleyin. Bir defada yapılması zor büyük işleri, küçük parçalara ayırın. Etrafı toplayın, dağınıklıktan kurtulun. Gülümseyin. Çocuk başı okşayın, bebekleri gıdıklayın. Evcil bir kediyi veya köpeği sevin.

20 Şubat 2015 Cuma

TOPLUM HAFIZASININ AKTARILMASI

İnsanı hafıza (bellek) oluşturmaya zorlayan güç toplumdan yani sosyal hayattan kaynaklanır. Şahsi düşünceler, sosyal çevrelerde hatırlanıp ortaya dökülürler.

Yazının bulunmadığı toplumlarda, geçmişten bu yana edinilmiş bilgiler, kollektif hafızada yani, sözel gelenekle korunurlar. Yazının ağır bastığı toplumlarda ise bilgi birikimi yazı ile korunur.

Din alanında bilgi birikimi aktarmak için tek yol dil değildir. Ayinler, kutsal yerlerin ziyareti, kurban, ibadetler, törenler, kuruluş günleri vs gibi aktiviteler de bilgilerin hatırlanmasını ve aktarılmasını sağlar. Kutsal törenler, zaman içinde mânâlarını kaybeder ve büyüklerden görüldüğü şekilde, töresel bir mecburiyet halini alarak tatbik edilirler

19 Şubat 2015 Perşembe

İLK ÜÇ AYDA BEBEK BAKIMI

BEBEĞİN GİYİMİ


Çocukların gereğinden fazla giydirilmesi faydalı değildir. Böyle olduğunda bebeğin vücudu dış sıcaklık değişimlerine uyum gösterebilme kabiliyetini kaybedebilir ve üşümeye daha meyilli olur. Ellerini ısıtmak için giydirmeye çalışmayın zira çoğu çocuklar iyi giyindikleri halde elleri soğuktur. Bebeğin üşüyüp üşümediğini anlamak için yüzünün rengine bakın. Üşüyorsa rengi solar ve ağlar. Ayrıca boynunu ve bacaklarını da kontrol edebilirsiniz.

Yaz aylarında odada iken başlığa gerek yoktur. Bahar mevsimlerinde, pamuklu, ipek veya ince yünden, kışın ise kalın yünden başlık giyebilir.

Dışarı çıkarken giydirilecek ceket veya pelerin, kışın yünden örme, yazın ise pamuklu kumaştan olmalıdır. Bahar aylarında ise ince yün veya pazen kumaştan olmalıdır.

YATACAĞI YER

Annenin, bebeği yanında yatırması tehlikelidir. Uyku esnasında altta kalıp ezilebilir ya da boğulabilir. Ayrıca enfeksiyon da kapabilir. Büyükte önemsiz olan bir nezle, süt çocuğunda solunum yollarının tehlikeli bir hastalığına sebep olabilir.

18 Şubat 2015 Çarşamba

BATI ETKİSİNDE TÜRK EDEBİYATI

İslâm dini tesiri altında gelişen Türk edebiyatı, çeşitli lehçelerle, çok geniş bir coğrafya sahası içinde zengin eserler vermiştir. Yüzyıllarca süren İslâm dini tesiri, Türk dilini de, edebiyatını da bir hayli değiştirmiştir. Yavaş yavaş taklitçi bir edebiyat haline düşen ve İslâm edebiyatları çerçevesinde düşünülür hale gelen Türkçe eserlerin 18. yy dan başlayarak toplumumuzda Batı medeniyeti tesiri arttıkça kendini bulmaya başladığını görüyoruz. Ancak bu Batılılaşma hareketi, bütün Türk dili lehçelerinde ve edebiyatlarında değil; Anadolu’da yaşayan Osmanlı Türkleri’nin edebi eserlerinde kendini hissettirmiştir...

TÜRK EDEBİYATINDA GÖRÜLEN YENİ YAZI TÜRLERİ

Tanzimat ilânıyla, o devirde edebiyatımızda yeni yazı türleri ortaya çıkmıştır. Makale, tiyatro, roman, küçük hikâye, siyasi hiciv, hatıra ve benzeri türlerde eserler verilmeye başlanmıştır. Bu devirde yetişen ve yenilik taraflısı olan sanatçılar, edebiyatı, birtakım fikirleri topluma aşılamak için bir araç olarak görmüşlerdir. Çoğunlukla Fransız yazarlarının etkisi altında kalarak, Batı dünyasında çok eskimiş, ama bizim için yeni olan düşünceleri yazılarına aktarmışlardır.

17 Şubat 2015 Salı

İSLÂM ETKİSİNDE TÜRK EDEBİYATI

Türkler, 10. Yüzyıldan başlayarak kendi istekleriyle İslâm dinini kabul etmişlerdir. Bu dini kabul edişleri kılıç zoruyla ve kısa sürede olmamıştır. Ancak dinin emirlerini öğrenmek ve Kur’an okumak için Arap harflerini de, dini ilimleri anlamak üzere Arap dilini de beraber öğrendiklerinden, Türk dili eski saflığını kaybetmiştir. Birçok yabancı kelimeler, yeni kavramların ifadesi olarak Türk dilini istilâ etmiştir. Komşuluk ettikleri çeşitli memleketlerin yerli dillerinden de etkilenen Türkler, başka devir ve başka ülkelerde kendi dillerini ayrı şekillerde konuşmaya ve kullanmaya başlamıştır.

Bu yüzden, Türk dili, birbirinden oldukça farklı ve bu farklılık yazılışta da kendini gösterdiği için bağımsız birer dil denebilecek lehçelere dönüşmüştür. Bu lehçelerde meydana getirilen edebiyat eserleri de birbirinden farklı olmuştur.

TÜRK DİLİ LEHÇELERİ

Ana Türkçe, söyleniş ve yazılış farkları yüzünden zamanla değişik lehçelere ayrılmıştır. Doğu lehçeleri (Çağatay lehçesi ve Doğu Türklerinin kullandıkları lehçeler) ve Batı lehçeleri (Azeri lehçesi ve Anadolu Türkçesi) diye sınıflandırılan bu söyleniş ve farklı yazılıştaki lehçelerin ayrı edebiyatları vardır.

16 Şubat 2015 Pazartesi

UYGUR, GÖKTÜRK, HUN EDEBİYATI

Türk Milleti, tarihin en eski çağlarından beri varlığı bilinen çeşitli topluluklardan meydana gelmiştir. Milletimiz, yüzyılları içine alan bir zaman enginliği içinde ve çok geniş bir coğrafya alanında çeşitli siyasi birlikler meydana getirdiği gibi Japon Denizi kıyılarından Orta Avrupa’ya, Hazar Denizi Kuzeyi’nden Hindistan’ın  Güney ucuna kadar, Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarına yayılmıştır.
Bu kadar eski bir milletin ne dili, başlangıcındaki gibi kalır, ne de bu dilde yazılan yazılı ve sözlü eserler belli bir manzara gösterir

Türkler, gerek Asya’nın orta bölgelerinde, gerek göç yollarıyla gittikleri çeşitli ülkelerde ya hükümdar sülâleleri kurarak oturak medeniyeti meydana getirmişlerdir. Bunun dışında çeşitli tesirlerle yüzyılar süren göçlere katılmışlar, gittikleri yerlerde medeniyetler yaratmışlardır. Komşuluk ettikleri medeniyetlerin gelenek ve göreneklerinden bazılarını benimsedikleri gibi kendi göreneklerini, geleneklerini başka toplumlara aşılamışlardır.

Bu yaşam alış-verişinin yanında, Türkler, komşularıyla kültür ve bilgi alış-verişi de yapmışlardır... Yaşama değişiklikleri, zevk ve dil karışmalarına yol açmıştır. Türk toplumunun çeşitli sanat eserleri bu yüzden sürekli değişim ve gelişimlere uğramıştır. Bu kadar geniş bir zaman çerçevesinde ve bu kadar geniş bir coğrafya alanında yaşayan bir milletin edebiyat mahsûllerini bir çırpıda gözden geçirip incelemek kolay değildir. Bu yüzden sınıflamaya ihtiyaç vardır.

a)   Eski Türk Edebiyatı

SÖZLÜ EDEBİYAT ÜRÜNLERİ

İslâm öncesi Türk Edebiyatının sözlü mahsulleri destanlar, masallar, savlar ve atasözleri, halk şiirleri  gibi anonim denilen, yani yazanı ve söyleyeni bilinmeyen eserlerdir. Bunlar, Türkler arasında yazının yayılmasından önce meydana gelmiş ve kulaktan kulağa söylenip işitilerek öğrenilmiş, yayılmış eserlerdir.

“Ağılda oğlak doğsa, arıkta otu ürer”
“Kişinin alası içinde, hayvanın alası dışında”
“Ot tütünsüz, yiğit yazıksız olmaz”  gibi atasözleri bu devirlerden kalma eserlerdir.

Sözlü edebiyatımızın değişik türleri arasında av türküleri, savaş türküleri, aşk ve bahar şarkıları yer almaktadır.

DESTANLAR DEVRİ

Tarihin eski çağlarında, çok gelişmemiş bütün toplumlar, tabiat olaylarının çözemedikleri  yönlerini, gizli, kutsal sebeplere bağlarlar ve bunlar karşısında duydukları heyecanları hikâyemsi şiirlerle dile getirirlerdi. Çok uzun olan bu şiirler, halk arasında söylene söylene değişimlere uğrar, ama destan denen olayların hikâyesi ve kişilerin kahramanca davranışları hiç değişmezdi.

Tarihin bilinmeyen devirlerinden beri var olan Türklerin de çeşitli bölgelerde sözlü olarak meydana getirilmiş, daha sonraki devirlerde yazıya geçirilmiş destanları vardır. Bu destanlarda daima tabiat üstü olaylar görülür. Türklerin destanları, meydana geldikleri Türk toplumunun, ya da anlattığı olayın veya destan kahramanı olan kişinin adlarıyla anılır.

Eski Türk destanlarının Alp Er Tunga, Şu gibi parçaları vardır. Hun destanlarının en ünlüsü, Oğuz Kağan destanıdır. Göktürk destanları, Bozkurt ve Ergenekon parçalarından meydana gelir. Uygur Türklerinin ise, Türeyiş efsanesi, göç destanı gibi parçaları vardır. Bu eserler halkın toplu olduğu günlerde ve yerlerde söylendiği gibi gezgin şairler tarafından da kopuz denilen sazları çalınarak herkese dinletilirdi. Bu destanlar, halkın şiir dinlemek, hikâye ve roman dinlemek ihtiyacını karşıladığı gibi, milletin bilinmeyen devirlerine ait tarihini de dile getirirdi.

YAZILI EDEBİYAT ESERLERİ

İslâm’dan önceki Türk edebiyatının yazılı eserleri, Türklerin çeşitli medeniyetler kurmuş olan toplanma yerlerinde, şehirlerde, tapınaklarda, mezar taşlarında, dikili taşlarda kazılı olarak, ya da derilere, kâğıtlara tomarlar meydana getirecek şekilde yazılı olarak bulunmuştur. Yazılı edebiyat eserleri başlıca iki Türk alfabesiyle tespit edilmiştir.

Göktürk alfabesiyle yazılı olan eserler VIII. Yüzyıldan kalmadır. Bilge Tonyukuk adında bir Türk vezirinin yaptıkları, taş üzerine kazılarak anlatılmıştır. Kültigin ve Bilge Kağan anıtları da, Orhun Nehri yakınlarında Kuzey-Doğu Türkistan’da bulunmuştur. Göktürk devletinin idarecilerinden olan iki kardeşin başarılarını anlatır.

Bu anıtların yazıldığı Göktürk alfabesi, dik çizgileri bol, taşa kazılmaya elverişli, harfleri bitiştirilmeden yazılan bir sistemdi. Uygur alfabesi ise yatay çizgilerle birbirine bitişik olarak sağdan sola doğru yazılan bir sistemdi. Bu harfler kâğıt ve deri üzerine yazılmaya elverişlidir. IX. Yüzyılda Turfan, Karahoçu, Bişbalığ gibi şehirlerde bulunan, ticaretle, Budizm diniyle ilgili bazı metinler, ahlâk kitapları bu alfabeyle yazılmıştır.

Uygur alfabesi, yalnız Uygur Türkleri arasında kullanılmış değildir. İslâmın Türkler arasında yayılmasından sonra da bu alfabeyle eserler meydana getirilmiştir. XIII. Yüzyılda Cengiz İmparatorluğu’nun resmi yazısı Uygur yazısıydı.

15 Şubat 2015 Pazar

İLK ÜÇ AYDA BEBEĞİN DURUMU

Birinci çocuklarında bazı anneler, bebeklerini incitmekten korkarlar. Onu nasıl tutarsam zarar vermem diye endişe duyarlar. Tutarken bebeğin başı geriye,öne yana düşse, bundan zarar görmez. Yeni doğanı yüzüstü yatırsanız nefessiz kalmaz. O başını sağa sola çevirmek suretiyle soluma ihtiyacını yine karşılar.

Bebek doğumdan itibaren koku ve taddan anlar. Emdiği sütün şekerinde azalma olsa farkeder. Herşey hakkında bilgi edinmeye, cisimleri ağzına alıp tadlarına bakmakla başlarlar.

Yeni doğan parlak ışıktan rahatsız olur. Bir aylıkken ışıltılı cisimleri gözüyle takibeder. Üç aylık olunca yanındaki eşyaları tanımaya başlar.

İlk 1,5 ayda ağlarken gözleri yaşarmaz. Doğduğundan itibaren sağırlık problemi yoksa, sesleri duymaya başlar. Aşırı ses ve gürültüden rahatsız olur.

Çocuk iki aylık olduğunda ilk gülücüklerini yapmaya başlar. Onunla konuşmanız, şakalaşmanız ziyadesiyle memnun edecektir.

14 Şubat 2015 Cumartesi

MEHMET EMİN YURDAKUL ŞİİR VE BİYOGRAFİ

MEHMET EMİN YURDAKUL  (1869 – 1944)
Orta öğrenimden sonra, gümrük memurluklarında idarecilik yaptı. 1897 yılı Yunan savaşı sırasında yayınladığı “Cenge Giderken” adlı şiiriyle ün kazandı. Şiirde dil sadeliği, gerçekçi ve sosyalizme eğilen düşünceleri, halkın acılarını dile getirmesi ve milliyetçi tutumu öne çıkmıştı. Bu ün, Cumhuriyetin ilânına kadar sürdü. Savunduğu fikirler gerçekleşince, maalesef Mehmet Emin Yurdakul’un da işi bitmiş oldu. Adedi onbeşi geçen eserlerinin bazıları: Türk Sazı, Türkçe Şiirler, Ey Türk Uyan, Tan Sesleri, Ordunun Destanı, Zafer Yolunda, Mustafa Kemal’ dir.

13 Şubat 2015 Cuma

KADINLARDA TEŞHİR VE TAHRİK

Tüm canlılar üç temel ihtiyacı giderme içgüdüsüyle hareket eder. Bunlar, beslenme, korunma ve soyunu devam ettirmedir. Esasında bir “memeli” olan insan da bu içgüdülerin tesiri altındadır. Ancak insan; maddi beden, mânevi benlik ve vicdandan kurulu bir yapıya sahiptir. İnsanı, insan yapan özellik, onun toplumsal bir hayat tarzını tercih etmesidir. Bu da insana kendine ve başkalarına saygılı olma sorumluluğu yükler.

Toplu yaşamak, ekonomik örgütlenme biçimidir. Çünkü yaşayarak öğrenilmiştir ki; toplu halde yaşayan canlılar, tek başlarına yaşamaya göre, hem daha iyi beslenirler, hem daha iyi korunurlar hem de daha sağlıklı olarak soylarını sürdürebilirler.

12 Şubat 2015 Perşembe

NAZLI ECEVİT, ESER VE BİYOGRAFİ

NAZLI ECEVİT  (1908 – 1985)
Dârül Muallimat’ı, sonra da Sanayi-i Nefise’yi bitirdi. İstanbul ve Ankara Devlet Konservatuarı’nda öğretmenlik yaptı. Devlet Resim ve Heykel Sergileri’ne katılmıştır. Resim ve Heykel Müzesi’nde eserleri vardır.

Nazlı Ecevit - Salacak'ta Kayıklar 60x46 cm

11 Şubat 2015 Çarşamba

VOLEYBOL, KURAL VE TANIMLAR

1895  de Amerika’nın Massachusetts Eyaleti’nde salon sporu olarak oynanmaya başladı ve sonra diğer eyaletlere de yayıldı. 1913 de Filipinler’de düzenlenen Uzakdoğu Asya Oyunlarında spor dalı olarak yer aldı. 2. Dünya savaşı zamanında Amerikalı askerler tarafından Avrupa’ya geçti. Federasyon Merkezi İsviçre, Lozan ‘dadır.

Voleybol, 1964 Tokyo Olimpiyatları’nda, bay ve bayanlarda ilk kez bir spor branşı olarak yer almıştır. Türkiye’de ilk voleybol takımı 1927 de Fenerbahçe Kulübü tarafından kuruldu.

10 Şubat 2015 Salı

YENİ DOĞANDA DIŞ GÖRÜNÜM

Yeni doğan yıkandıktan sonra, pembe, yumuşak ve hassas olan derisi meydana çıkar. Bebeğin sırtı tüycüklerle kaplıdır. Saçları çoğunlukla koyu renkte; bazan da oldukça uzun ve sıktır. Burnu, basık ve geniştir. Ağzı küçüktür. Gözler şiştir, göz rengi koyu gridir. Göz rengi, ilerki aylarda kalıcı rengine ulaşır. Başlangıçta, ilerde ne renk alacağı anlaşılamaz. Anne ya da babaya bazı benzerlikleri farkedilebilir.

BAŞI

Yeni doğanın kafası vücuduna oranla büyüktür. Vücudun yaklaşık ¼ ü kadardır. (Yetişkinlerde baş 1/8 cıvarındadır) . Kafa kemikleri tam kaynaşmamıştır. Tepe ile alın arasında yumuşak bıngıldak bulunur. Burası sağlam bir deri ile örtülüdür. Dokunmakla zarar görmez. Bıngıldak 1 - 1,5 yıl sonra sertleşip kapanır. Bebeğin aldığı, kalsiyum ve D vitamini takviyesi bıngıldağın kapanma müddetini kısaltabilir.

9 Şubat 2015 Pazartesi

TÜRK BANKNOTUNDA ARKA YÜZ ŞAHSİYETLERİ

Ord. Prof. Dr. Aydın Sayılı  (1913-1993)


Ord. Prof. Dr. Cahit Arf  (1910 - 1997)

Mimar Kemaleddin  (1870 - 1927)

Fatma Aliye  (1862 - 1936)

Itri (Buhurizade Mustafa Efendi)  (1640-1712)

Yunus Emre  (1238 - 1320)

7 Şubat 2015 Cumartesi

İSTANBUL'DAN MÜZİKLİ SLAYT (Canım İstanbul)

"Canım İstanbul" videosunda, İstanbul'un çeşitli semtlerinden slayt görüntüleri yer almaktadır.




CANIM İSTANBUL (Müzikli Slayt)

6 Şubat 2015 Cuma

DR.BEJEROT, STOCKHOLM SENDROMU DEDİ

Cezaevinden firar eden bir mahkum, 1973 yılı yazında, İsveç'in başkenti Stockholm' de bir bankanın dört bayan memurunu rehin alır ve karşılığında para, silah, çelik yelek, koruyucu kask, otomobil ve hücre arkadaşını ister.

Psikiyatr desteğinde İsveç polisi, rehinecilerle 5-6 gün pazarlık eder, sonunda bankanın tavanında açtığı delikten gaz püskürterek memureleri kurtarmaya çalışır.

Buraya kadar her şey normal gibi gözükse de, rehineler, polisten korktuklarını söyleyerek, altı gün boyunca tutsağı oldukları kişilerden ayrılmak istemezler, şikayetçi olmazlar.

Bu yetmezmiş gibi, mahkumu savunacak avukatın parasını da toplayıp ayrıca lehte tanıklık etmeleri şaşkınlık uyandırır.

Bir radyo programı sırasında psikiyatr dr. Bejerot, evvelce hiç karşılaşılmamış bu davranış için, "Stockholm sendromu" kavramını ilk kez kullanır.

5 Şubat 2015 Perşembe

ALKOL BAĞIMLILIĞI VE RİSKLERİ

Alkollü içkilerin vücutta zaman zaman yinelenen ya da sürekli bozukluklara sebep olacak seviyede kullanılmasına alkol bağımlılığı denir. Zararlı etkileri, özellikle etil alkolün etkisine bağlı olarak gelişir. Etil alkol alındıktan sonra mide ve bağırsak yoluyla hızla emilerek başta karaciğer ve beyin olmak üzere vücudun çeşitli organlarına yayılır.

ATILMASI DAHA YAVAŞ

Vücuttan atılması, emiliminden daha yavaştır. Alkol, karbondioksit ve suya dönüşerek vücuttan atılır. Bu reaksiyonda ara ürün olarak açığa çıkan asetaldehit daha sonra karaciğer için zehirli olan asetata dönüşür. Kandaki etil alkol düzeyi arttıkça, karaciğer tarafından tam olarak parçalanması zorlaşır.  Sinir dokusu alkole daha da duyarlıdır. Sinir hücrelerine giren alkol metabolizmayı önemli bir biçimde etkiler.

4 Şubat 2015 Çarşamba

FEYHAMAN DURAN, ESER, BİYOGRAFİ

FEYHAMAN DURAN   (1886 – 1970)

GALATASARAY Lisesi'ni bitirdi; sonra bu liseye yazı ve resim öğretmeni oldu. Prens Abbas Halim Paşa tarafından Paris’e gönderildi. Paris Güzel Sanatlar Akademisi’nde Cormon ve Jean Paul Laurens’ten resim öğrendi. Yurda dönünce (1918) , Sanayi-i Nefise’nin kızlar bölümüne öğretmen oldu. “Portreleriyle” ilgi çekti. Güzel Sanatlar Birliği ile Devlet Resim ve Heykel Sergilerine katıldı. Çallı kuşağının “başarılı” bir sanatçısıdır.

Feyhaman Duran - Mavi Şalvarlı Kız 120 x 80

3 Şubat 2015 Salı

ABİDİN DİNO, ESER VE BİYOGRAFİ

ABİDİN DİNO   (1913 – 1993)

 D Grubu’nun kurucularındandır. 1934 –1937  arası Sovyetler Birliği’nde,
1937 den sonra da Paris’te yaşamıştır. Bir ara İstanbul’a gelip “Liman Grubu” nu kurdu. 1951 de tekrar Paris’e yerleşti. Roma , Edinburg ve Paris sergilerine katıldı. Film yönetmenliği ve seramikle ilgilendi. Belgesel filmler yaptı. “Figüratif konulu” çalışmaları 
vardır. 
Abidin Dino - Natürmort   65 x 46  cm

2 Şubat 2015 Pazartesi

LOĞUSALIK DÖNEMİ NASIL GEÇİRİLMELİ

Doğumdan sonraki 30-40 günlük zaman dilimi loğusalık dönemidir. Âdetin tekrar başlamasıyla sona erer. Gebelikle beraber değişen tüm iç salgı ve metabolizma işlevleri, dölyatağı başta olmak üzere cinsel organlar eski haline döner. İç salgı bezleri, yeni bir denge oluşturmaya çalışır. Bazı hormonların salgılanmaları durur. Sütü başlatan hormon salgılanır.

Doğum sonrası 1 hafta hekimin kontrolünde geçer. Annenin günde iki kez ateşi ve nabzı kontrol edilmelidir. Normal ateş 36,5  derece, nabız da dakikada 72 dir. Bazı günler ateş 37 derece olabilir. Bu, sütün memelere ani olarak toplanmasından da kaynaklanabilir.