- Akıllı
bir adam deliyi azarlamaz
- Bir
insan ne kadar az şey görmüşse, hayreti o kadar artar.
- Dünyada
kusursuz iki insan vardır, biri ölmüştür diğeri doğmamıştır.
- Nasıl
yapılabileceğini bilmek, yapmaktan daha kolaydır.
- Balık
avlamak için ağaca tırmanma.
- Zevkleri
en ucuz olan, en zengin kişidir.
- Namuslu
bir adam, akrabadan daha çok saygıya değer.
- İyi
insan her yönde doğruya ulaşır.
- Kuyu
çok derin değil, asıl ip fazla kısadır.
- Vicdan
iyi ile kötüyü ayıran tek ışıktır.
- Ölen
kaplan post, insan ad bırakır.
- Yaslı
bir gün sevinçli bir aydan uzundur.
- Bütün
nehirler denize akar, fakat deniz taşmaz.
- Yılana
vurup öldürmezsen, o dönüp seni ısırır.
- Bir
kalp iki kişiye birden hizmet edemez.
- Güvenilir bir dost, hazinedir.
9 Mart 2015 Pazartesi
ÇİN ATASÖZLERİ
İNGİLİZ ATASÖZLERİ
- Kimse görmek istemeyenler kadar kör değildir.
- Elinizdeyse başka insanlardan akıllı olun, ama sakın onlara bunu söylemeyin.
- Namusluluk iki uçlu bir silâhtır.
- Üzüntüyü uyandırma, sadece uyukluyordur.
- Aşkın ilk nefesi, mantığın son nefesidir.
- Küçük darbeler büyük meşeleri devirmiştir.
- Suda kendi yüzünü, şarapta başkasının kalbini görürsün.
- Fazilet hiçbir zaman ihtiyarlamaz.
- Korku daima cahillikten doğar.
- Çorbanın da aşkın da ilk kaşığı tatlıdır.
- Kimsenin işine burnunu sokmayanlar için asla heykel dikilmez.
- Üç sadık dost: İhtiyar zevce, ihtiyar köpek ve hazır para.
- Bir işi başarmak, üzerinde konuşmaktan zordur.
- Sinekleri balla tutmak, sirkeyle yakalamaktan daha kolaydır.
- Mağrurlar, başkalarındaki gururdan nefret ederler.
- Hayatın sırrı şudur: Beğendiğinizi yapmayın, fakat yaptığınızı beğenin.
- Güneş battığı vakit küçük yıldızlar parlar.
- Topal adamla yaşarsanız, topallamayı öğrenirsiniz.
- Güzel doğan kadın, evli olarak doğmuş demektir.
TÜRK ATASÖZLERİ
- Türk'e bir selâm ver yiyeceğini düşünme
- Komşu komşuya bakar, canını ateşte yakar
- Arif isen bir gül yeter koklamaya, cahil isen gir bahçeyi yıkmaya
- Ağaç kapı kapanırsa, altın kapı açılır
- Sebat olmayan yerde meram neticesiz kalır
- Her yorulana han yapılmaz
- Yanmış mal ile ölmüş baba ile övünülmez
- İyilik bilmeyen için, su getiren de testiyi kıran da birdir
- Gamdan ölmese gayretten helâk olur
- Cennete girse fidan kırar, cehenneme girse kazan deler
- Oynamasını bilmeyen kız "yerim dar" dermiş
- El için ağlayan gözden, yar için ağlayan dizden olur
- Gönül ne kahve ister ne kahvehane, gönül bir dost ister kahve bahane
- Zaman sessiz bir testeredir
- Adam adama yük değil, can gövdeye mülk değil
- Gün var yılı besler, yıl var ayı beslemez
8 Mart 2015 Pazar
NURETTİN ERGÜVEN, ESER VE BİYOGRAFİ
7 Mart 2015 Cumartesi
DOWN SENDROMU TESTİNDE AMNİYOSENTEZ
Anne karnındaki
bebeği saran ve göbek kordonu
yüzeyine uzanan zar, amniyon
boşluğu denilen bir boşluk
oluşturur. Bu boşluk içinde gelişmekte olan bebeği koruma görevi olan suya benzer bir sıvı bulunur (amniyon sıvısı) . Gebeliğin başlangıcında küçük olan
amniyon boşluğu, giderek büyür ve koryonun (cenini saran dış zar) iç yüzeyi ile
temasa geçer.
AMNİYON BANTLARI
Amniyon boşluğu iç
duvarında oluşan patolojik
yapışıklıklardır. Şerit şeklindeki bu yapışıklıklar, amniyon boşluğunun
herhangi bir bölgesinde gelişebilir ve hiçbir belirti vermeden hamileliğin sonuna
kadar kalabilir. Bazı vakalarda ise, bebeğin gelişimini engelleyerek organ eksikliklerine sebep olabilirler. Bebek
kol veya bacağı eksik doğabilir.
6 Mart 2015 Cuma
REFİK EPİKMAN, ESER, BİYOGRAFİ
REFİK EPİKMAN (1902 – 1974)
Sanayi-i Nefise’yi bitirdi (1925) . Aynı yıl Paris’e gönderildi. Julian
Akademisi’nde öğrenimini sürdürdü. Yurda döndükten sonra, bir müddet Güzel Sanatlar Akademisi’nde
asistanlık yaptı. Sonra, Gazi Eğitim
Enstitüsü’nün Resim Bölümü’nde, kuruluşundan itibaren emekliliğine kadar
çalışmıştır (1932-1966). “Konstrüktivist”
bir anlayışla, “figüratif” bir resmi
1960 yıllarına kadar sürdürdü. Bu tarihten sonra ise, “konstrüktivist bir geometrizmin soyut anlayışına” yöneldi. “Yazar” olarak da hizmetleri olmuştur.
İki kez, Devlet Resim Ödülü almıştır.
![]() |
Refik Epikman - Yaban Ördekleri 45x35 cm |
5 Mart 2015 Perşembe
YAŞAR KEMAL, BİYOGRAFİ
YAŞAR KEMAL (1923 – 2015)
Asıl adı Kemal Sadık Göğceli’dir. Adana’nın Hemite (Göğceli) köyünde doğdu. Van’dan göç etmiş bir çiftçi ailedendir. Beş yaşındayken babası
öldü. Kaza neticesi bir gözünü kaybetti. 1939 da ortaokuldayken yazdığı “Seyhan” adlı şiir, Adana Halkevi’nin yayın organı olan “Görüşler” dergisinde yayınlandı. 1941
de geçim zorluğu nedeniyle, ortaokul son sınıftan öğrenimini terketti. Pamuk çiftliklerinde ırgat
kâtipliği yaptı.
Çukurova yöresinden
derlediği manileri “Çifte Çapa Manileri”
adı altında, yine Halkevi’nin
dergisinde yayınladı (1941) . Yazdığı “koşma”
biçimindeki şiirleri “Ülkü” (Ankara
1942) , “Kovan” (İzmir 1943) , “Millet” (Ankara 1943) , “Beşpınar” (Gaziantep 1943)
dergilerinde yayınlandı. Adana Halkevi
1943 de derlemelerinden bir kısmını “Ağıtlar”
adıyla kitaplaştırdı. 1943-44
yıllarında vekil öğretmenlik, batos ırgatlığı, çiftçi kâtipliği, traktör
sürücülüğü, pirinç tarlalarında su bekçiliği yaptı.
4 Mart 2015 Çarşamba
BAKİ, ŞİİR VE BİYOGRAFİ
BAKİ (1526
– 1600)
İstanbul’da
doğdu. Asıl adı Mahmut Abdülbaki’dir.
Fakir bir müezzin’in oğludur.
Çocukluğu saraç çıraklığıyla
geçmiştir. İlk şiir bilgilerini, bu çıraklık devresinde Sait Zati’den almıştır. Medresede
yetişmiştir. Müderrislik (medrese öğretmenliği)
yapmıştır. Edirne, Mekke ve Medine’ye kadılık yapmak üzere
gönderilmiştir. Gittikçe yükselerek önemli bir yer olan İstanbul Kadılığı’na getirilmiştir.Daha sonra Anadolu ve Rumeli Kazaskeri
de olmuş, ama adliyenin en yüksek makamı olan Şeyh-ül İslâm’lığı çok istediği halde, isteğine kavuşamadan vefat
etmiştir. Dört Padişah devrinde de yerini koruyabilmesi, üstün bilgisinden ve yerini hak etmiş olmasından ileri gelir.
Yükselmek ve yeni mevkiler elde etme isteği bakımından hırslı sayılırdı. Kanuni’ye
çok bağlıydı. Onun vefatı üzerine “Terkib-i
Bend” denilen parçalı şiir şekliyle uzun ve güzel bir mersiye (ağıt) yazmıştır. Divanı
vardır. Din ile alâkalı
konularda bazı tercümeleri de
vardır.
RUHİ (Bağdatlı Ruhi), ŞİİR VE BİYOGRAFİ
RUHİ (? – 1605)
Bağdat’lı
olduğu için doğduğu yerle anılır. Asıl adı Osman’dı.
Babası Rumeli’lidir. Kendi halinde
bir şairdi. Dervişler gibi yaşamış,
çok seyahat etmiştir. Yaşadığı
yerlerdeki aksaklıkları uzun bir
manzumeyle alaya almıştır. “Terkib-i bend” ve “Terci-i bend” denilen parçalı nazım şekillerindeki eserleriyle
tanınır. Divanı da vardır.
Divanındaki gazellerin sayısı bin
kadardır. Şam’da vefat etmiştir.
Bu âlem-i fânide ne miriz ne gedâyız
Alâlara âlâlanırız, pest ile pestiz
(Bu ölümlü dünyada, ne
beyiz, ne dilenci. Bize yüksekten bakanlara biz de yüksekten bakarız, aşağıdan
alanlara aşağıdan alırız.)
Sizden kim ırağ oldu ise Hakka yakındır
Zira ki dalâlet yoludur tuttuğunuz râh
(Sizden uzak olanlar
Allah’a yakınlaşır. Çünkü tuttuğunuz yol kötülük yoludur.)
Devreylemedik yer komadık bir nice yıldır
Uyduk dil-i divâneye, dil uydu hevâya
(Nice yıldır
dolaşmadığımız yer bırakmadık. Biz deli gönlümüzün havasına uyduk. Deli gönül
de kendi havasına ve hevesine uydu)
Hâk ol ki Hudâ mertebeni eyleye âli
(Adil ol ki, Tanrı yerini
yüceltsin)
SÜLEYMAN ÇELEBİ (Mevlid Yazarı), BİYOGRAFİ
SÜLEYMAN
ÇELEBİ (? – 1422)
Hayatı hakkında kesin bilgiler yoktur. Daha ziyade söylentilerden
ibarettir. Yıldırım Bayezid
zamanında Bursa’da Ulucami’nin imamıydı. Bir vâiz, Kur’anı Kerim’den bir ayeti tefsir ederken, Peygamberler arasında
fark olmadığını, Hz. Muhammed’in Hz. İsa’dan üstün olmadığını söyleyince; Süleyman Çelebi, vâiz’in yanlışlığına çok üzülerek Hz. Muhammed’in herkesten nasıl üstün
olduğunu göstermek üzere “Mevlid” i
yazdı. Bu eseri 1409 yılında tamamladı. Altı kısımdan oluşan bir mesnevidir. Bölümleri :
Mevlid (doğuş yeri)
Münacat (yakarış)
Velâdet (doğum)
Risalet (peygamberliğin gelişi)
Miraç (göğe yükselişi)
Vefat ve dua
HAYALİ, ŞİİR VE BİYOGRAFİ
HAYALİ (? – 1557)
Vardan Yenicesi’nde doğmuştur. Asıl adı Mehmed,
şöhreti Hayali Bey’dir. İstanbul’a gelince Sadrazam İbrahim Paşa tarafından korunmuştur. İbrahim Paşa, idam
edildikten sonra O da saraydan ayrılmıştır.
Kanuni devrinin en üstün şairlerindendi. Divanı vardır. Edirne’de vefat etmiştir.
Hayali'den Örnekler
Gülün derdinden ey bülbül ne çektin gerçi ün verdin
Gamından dilberin, senden hezâran derdnâkim ben
(Ey bülbül!, sen gülün
derdiyle ne çektin ki; bunca ün verdin? Güzelin üzüntüsüyle ben senden binlerce
kere daha dertliyim.)
Aşk bir şem’i ilâhidir, ben’im pervanesi
Şevk bir zincirdir gönlüm onun divanesi
(Aşk bir Tanrı mumudur ki
çevresinde dönüp duran pervane ben’im ve istek öyle bir zincirdir ki, deli olup
onunla bağlanan da ben’im)
3 Mart 2015 Salı
ŞEYHİ, ŞİİR VE BİYOGRAFİ
ŞEYHİ (1371 ? – 1431 ?)
Asıl adı Yusuf Sinan’dır. Kütahya doğumlu. I. Murat, I. Bayezid, Süleyman Çelebi,
Çelebi Sultan Mehmet ve II. Murat zamanlarını görmüştür. İran’da tasavvuf ve göz hekimliği öğrendi. Germiyan Beyi II. Yakub’un saray
hekimi oldu. Çelebi Sultan Mehmet’i
Ankara’da bulunduğu sırada tedavi
etti. Karşılığında Tokuzlu Köyü’nü tımar olarak aldı. Oraya giderken
tımarın eski sahipleri tarafından soyuldu.
Uğradığı felâketi “Harnâme (eşek
hikâyesi)” adlı taşlama şiirinde anlattı. Şiiri Ahmedi’den öğrendi. Saray
şairi olarak yaşadı. “Husrev ve
Şirin” adlı tamamlanmamış uzun bir şiir hikâyesi, Divanı vardır. Bu
eserlerin hepsi yeni harflerle de basılmıştır. Şeyhi, başından geçen olayı alaya almak için yazdığı şiir şeklinde
bir hikâye olan “Harnâme” sinde
şunları söyler :
MUHİBBİ (Kanuni Sultan Süleyman)
MUHİBBİ (1494 – 1566)
Asıl adı Kanuni Sultan Süleyman’dır. “Muhibbi” mahlasıyla şiirler yazmıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nun sınırlarını genişleten ve devrin en
güçlü devleti haline getiren, Osmanlı’yı, Avusturya-Viyana kapılarına kadar
götürmüş bir hükümdardır. Divanı vardır. Bazı şiirleri atasözü
kadar kıymet kazanmıştır. Kanuni devri, Osmanlı kültürünün altın çağıdır...
Halk içinde mu’teber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi
NECATİ (Şair), BİYOGRAFİ
NECATİ (? – 1509)
AHMET PAŞA (Şair), BİYOGRAFİ
AHMET PAŞA (? – 1497)
Edirne’de
doğdu. Fatih Sultan Mehmet tahta
çıktıktan sonra yüksek mevkilere getirildi. Vezir oldu. Bir ara Padişahı kızdırdı, vezirliği geri alındı. Yedikule zindanına hapsedildi.
“Kerem” kasidesini yazarak, kendini affettirdi. II. Bayezıt devrinde Bursa
Sancakbeyi (Valisi) oldu. Bursa’da
vefat etti. Kendi yaptırdığı medrese yakınına gömüldü. (Yanlış olarak, Bursa’lı
Ahmet Paşa diye de bilinir) . Tek eseri Divanıdır
ve yeni harflerle bastırılmıştır...
BEBEĞE SIKI DİSİPLİN ŞART MI
BEBEĞE TEMİZ
HAVA ALDIRMA
Çocukların her
zaman temiz hava alması gerekir.
Günün çoğunu dışarda geçiren bebekler, tıpkı büyükleri gibi daha sağlıklı
olurlar, iştahları daha iyidir ve soğuğa karşı daha mukavemetlidirler. Bazı anneler kış boyunca, çocuklarını hemen hiç
dışarı çıkarmazlar. Bu yanlış
davranış yüzünden çocukları renksiz,
iştahsız ve hastalanmaya meyilli
olurlar.
Kışın
bebeği dışarı çıkarmak için müsait zaman öğle
vaktidir. Diğer uygun havalarda 3-4
saat dışarıda gezdirebilirsiniz. Güneşli havalarda deriyi yakmayacak şekilde biraz güneş ışığından faydalanması iyi olur.
Yazın,
güneş banyosuna 2 dakika ile
başlayın. Her gün 2 dakika artırarak
30 dakikaya kadar çıkın ve bu sürede
kalın. Daha fazla artırmayın.
BEBEK ODASI SICAKLIĞI
Düşük kilolu bebekler için
(2,5 kilodan daha az) oda sıcaklığı gece-gündüz
26-28 derece olmalıdır. Bu tip cılız çocuklar çok çabuk üşürler. 2,5 – 4
kilo arası bebekler için oda
sıcaklığı 20-22 derece olmalıdır. 4
kilodan fazla çocuklar için 20
derece uygundur.
Çoğu anneler çocuklarını fazla giydirmekte ve oda sıcaklığını
gereğinden fazla yüksek derecede
tutmaktalar. Bunun sonucu, bu çocuklar daha çabuk soğuk algınlığı yaşarlar. Çocuğu lüzumundan fazla giydirmek
faydadan çok zarar getirmektedir.
BEBEĞİN UYKUSU
Bebek yeterli gıdayı ve
bol temiz havayı aldığı sakin bir yerde yatırıldığı müddetçe, ihtiyacı olan
uyuma miktarını kendisi ayarlar.
Çoğu bebekler, yeterli
gıda aldıkları ve hazımsızlık çekmedikleri taktirde, ilk aylarda bir meme
zamanından, diğer meme zamanına kadar uyurlar. Bazı çocuklar ise herhangi
şikâyetleri olmasa dahi düzenli uyumayabilirler. Bunun için yapacak bir şey
yoktur.
SIKI DİSİPLİN
ŞART MI ?
Çocuğun beslenmesi,
uyuması, kakası ve diğer ihtiyaçları için sıkı
bir disipline girmek gereksizdir.
Çünkü, ne kadar uğraşsanız da çocuğu bir limitten daha fazla düzene
sokamazsınız. Diğer yandan, sıkı bir disiplin uygulamaya kalkışırssanız; hem
siz yorulursunuz hem de çocuğunuz huysuz ve sevimsiz olur.
Çocuğun bütün düzeni ve
ihtiyaçları er veya geç sizin fazla gayretiniz olmadan, ailenin yaşam tarzına
uyacak ve arzu ettiğiniz bir disiplin çerçevesine oturacaktır. Çocuk kendini
seven, hürmete lâyık bir aile içinde
büyürse, diğer insanlarla da mesut ve basiretle geçinmek yolunu bularak gelişim
gösterir ve kendine güveni artar.
Çocuğunuza ilk günlerden iyi muamele ettiğiniz taktirde, ileride
bundan istifadeye kalkışmayacaktır. Her çocuğun, gıdaya ihtiyacı olduğu gibi;
sevgiyle ona gülümsenmesine, kendisiyle konuşulmasına, oynanmasına ve sevilmeye
de ihtiyacı vardır. Hiç sevgi görmeyen
çocuk, soğuk, çekingen ve insanlara karşı yabancı
olur...
Kaynak: çocuk uzm. ihsan doğramacı, annenin kitabı-1952
Kaynak: çocuk uzm. ihsan doğramacı, annenin kitabı-1952
2 Mart 2015 Pazartesi
BEHÇET NECATİGİL, ŞİİR VE BİYOGRAFİ
BEHÇET NECATİGİL (1916 – 1979)
Kabataş Lisesi’ni bitirdi. Ardından Yüksek
Öğretmen okulu’ndan mezun oldu. Kars,
Zonguldak ve İstanbul Kabataş
Liselerinde edebiyat öğretmenliği
yaptı. 1960 dan sonra İstanbul Eğitim
Enstitüsü’nde Edebiyat Öğretmenliğine devam etti ve oradan emekli oldu.
Şiirlerinde büyük şehrin orta ve alt sınıf aile ve çevrelerini konu edindi.
Edebiyatla ilgili sözlük eserler hazırladı.
Şiir Kitapları : Kapalı Çarşı, Çevre, Evler,
Eski Toprak, Arada, Dar Çağ, Yaz Dönemi, Divançe, En Cam, Kareler Aklar.
Çok sayıda tercümesi vardır ve 12 oyun yazmıştır.
BARBAROS MEYDANI
Biliyorum, ayıp ve mânasız
Ama peşlerinden gidiyorum
Gezmeye çıktıkları vakit
Ana kız.
1 Mart 2015 Pazar
METİN ELOĞLU, ESER VE BİYOGRAFİ
28 Şubat 2015 Cumartesi
BEHÇET KEMAL ÇAĞLAR, ŞİİR VE BİYOGRAFİ
BEHÇET KEMAL
ÇAĞLAR (1908 - 1969)
Erzincan‘da
doğdu. Kayseri Lisesi’nin son
sınıfından imtihanla Zonguldak Maden
Mühendisliği Mektebi’ne girdi. 1932 de bu okuldan mezun oldu. Fransa’da staj gördü. İktisat Vekâleti’nde çalışırken 1934 de
inceleme yapmak üzere İngiltere’ye
gönderildi. Dönüşte, Halkevleri
Müfettişi oldu. 1941 de Erzincan
Milletvekili seçildi. 1947 de istifa
etti. Robert Kolej’de edebiyat öğretmeni oldu. 1961 de Kurucu Meclis üyeliğine getirildi. Son
görevi TRT Yönetim Kurulu’ndadır.
Radyo konuşmaları ve Atatürkçü
şiirleriyle tanınmıştır...
Şiir Kitapları : Erciyas’tan Kopan Çığ, Burda Bir Kalp Çarpıyor.
Oyunları
: Çoban, Atillâ
Nesirleri
: Hür Mavilikte, Dolmabahçe’den Anıtkabir’e Kadar, Kur’anı Kerimden İlhamlar.
Bütün şiirlerini 1966 da “Benden İçeri” adlı kitapta
toplamıştır.
27 Şubat 2015 Cuma
ÂDET BOZUKLUKLARI
Âdet, kadınlarda 22 ile 30 günde bir muntazam aralarla
görülen fizyolojik rahim
kanamasıdır. Her ay bir yumurtanın
olgunlaşıp çatlaması ve vücutta sebep olduğu hormon değişikliği ile rahimde kanama olur ve rahim duvarı yenilenir.
Ölü doku hücreleri kanamayla beraber dışarı
atılır. Olgunlaşan yumurta, eğer erkek
sperma hücresiyle aşılanırsa bu
kanama olmaz ve âdetler kesilir ve
gebelik ortaya çıkar.
Bulûğa ermiş kızlar, genel
olarak 11 ile 15 yaşları arasında ilk âdetlerini görürler.
Bu, çok zaman genç kızlarda korkuya
sebep olur ve büyük bir günah işlemiş hissi içine girerler. Bazıları da
hastalık korkusu içinde şok
geçirirler ve toplumdan kaçmak isterler. Bütün bunların sebebi, genç kızların
bu konuda iyi eğitilmemiş olması ve annenin
kusurudur.
26 Şubat 2015 Perşembe
ATATÜRK'ÜN TERCİHİ
Anadolu hareketinin ilk günlerinde “siyasal
hırslarıyla” tanınmış olan bir “bayanla”
konuştuğu sıralarda, Atatürk, ona şu
sözleri söylemiş :
“Hanımefendi, sizin çok güzel gözleriniz var; ben de güzel gözleri çok
severim.”
“Buna rağmen, söyleyeyim : Eğer siz, gözlerinizin kuvvetine güvenerek
siyasal bir rol oynamak isterseniz, haber vereyim ki; başarılı olamazsınız !”
“Çünkü ben, siyaseti, güzel gözlü hanımefendilerden daha fazla severim
!..”
Muhiddin
Birgen (*)
(*) (1885-1941) gazeteci, son posta gazetesi başyazarı, milletvekili
25 Şubat 2015 Çarşamba
ELİF NACİ, ESER, BİYOGRAFİ
ELİF NACİ (1898 – 1987)
Sanayi-i Nefise Mektebi’ni bitirdi. “D
Grubu”na katıldı. Çalışmaları, Belgrad,
Peşte, Atina, Moskova kentlerinde
açılan sergilerde yer aldı. Milliyet,
İkdam, İleri, Tan ve Cumhuriyet
gazetelerinde çalıştı. Türk ve İslâm
Eserleri Müzesi müdür yardımcılığına (1937) , daha sonra da müdürlüğüne
getirildi (1943) . İlk çalışmaları
“izlenimci” bir anlayışla yapılmış
olup, sonraları “Arap harflerinin
estetiğinde, soyut düzenlemelere” gitmiştir.
24 Şubat 2015 Salı
VÜCUTTA OLUŞAN APSELER
Vücudun herhangi
bir yerinde, mikropların dokuları tahrip
ederek yaptıkları şişliklere abse
denir. Bu şişliklerin içinde daima cerahat
maddesi bulunur. Cerahat ise, parçalanan ve ölmüş olan doku artıkları ile mikroplarla savaşmak için buraya gelen beyaz kan hücrelerinden ibarettir.
Toplu iğne başı
büyüklüğünden çocuk başı büyüklüğüne kadar farklı çapta abseler, vücudun dış
kısımlarında olabildikleri gibi organların içinde de yerleşebilirler. Bunlardan
akciğer abseleri, karaciğer abseleri hayatı tehdit edecek ciddiyettedirler. Beyin abseleri bunların en tehlikelisidir. Bu abse şekilleri
derhal hastane tedavisi ve ameliyat
gerektirir.
Akciğer absesi, tüberküloz
harici mikroplardan meydana gelir ve çok zaman zatürre veya müzmin
bronş iltihaplarından sonra görülür. Nefes darlığı, öksürük ve yüksek ateşle,
cerahatli bol balgam çıkarmakla kendini gösterir. Hastane tedavisi gerektirir.
Vücut dışında ve gözle görülebilen abseler daha az tehlikeli olmakla beraber, bazan yakınlarından geçen kan damarlarına açılarak “Septisemi” denilen ağır ve yüksek ateşli bir tabloya, beyin ve karaciğer abselerine sebep olabilirler. Bundan başka, abse
bölgesinden kopan ölü doku
parçaları, hayati organları besleyen
kan damarlarını tıkayarak felçlere
ve ölümlere sebep olabilirler.
23 Şubat 2015 Pazartesi
GDO TEKNOLOJİSİNİN AVANTAJLARI
Prof. Nuray Uzunören, “Baraka” dergisinde yayınlanan makalesinde GDO (Genetiği Değiştirilmiş
Organizmalar) konusunda yani; bitkilerde gen aktarımından amaçlanan belli
başlı “kazanımları” şöyle
sıralamaktadır:
Küf mantarlarına karşı direncin artması.
Besin değerinde artış sağlama.
Aroma, tat ve şekilde değişiklik yaratma.
Raf ömrünü uzatma.
Hastalıklara karşı dirençli
olma.
Haşerelere karşı korunur hale gelme.
Daha az sulama ile daha çok ürün elde edilmesi.
İklimsel değişikliklere karşı dayanıklılığın artması
22 Şubat 2015 Pazar
BANKACILIĞIN OSMANLI'YA GELİŞİ
Dünyada olduğu gibi Osmanlı’da da bankacılık, sarraflarla başladı. Sarraflar temel kredi kaynağı haline geldi. Galata’da toplanan ve çoğunlukla
azınlıklardan oluşan Galata sarrafları,
change, teminat mektubu verme, borç senedi iskonto etme ve borç verme işleri
yaptılar. Osmanlı devleti bu “sarraf-banker”lerden
sık sık borç aldı.
Osmanlı’da ilk banka 1847 de
iki banker tarafından kurulan “Bank de
Constantinapol” dür. Bu banka beş yıl sonra iflâs etmiştir. 1856 da İngilizler tarafından “Bank Osmani” kuruldu. Fransızlar 1863 de bu bankanın sermayesine katkıda bulundular. Böylece
bankanın ismi de değişti ve “Bank-ı
Osmani Şahane” adını alarak banknot
basma yetkisi verildi. (ilerki yıllarda Osmanlı Bankası denilmiş, 2001 de
kapanmıştır)
21 Şubat 2015 Cumartesi
STRESSİZ HAYAT
Vücudunuza dar
kıyafet giymeyin. İlâçla yaşamayın. Randevularınızı önceden ayarlayın.
Hafızanıza güvenmeyin; mutlaka yazın. Aracınızı, zamanı geldiğinde, bozulmasını
beklemeden servise götürüp bakım yaptırın. Her kilidin yedek anahtarını
yaptırın ve belli yerlerde bulundurun.
İŞLERİNİZİ
ÖNCELİK SIRASINA KOYUN
Yapacaklarınızı öncelik
sırasına sokun. Zamanınızı israf etmeyin. Öğle ve akşam yemeklerini
basitleştirin. Kötümser insanlardan uzak durun. Önemli evrakın birden fazla
fotokopisini çektirin. Evde çalışmayan ne varsa tamir ettirin. Yapmaktan
hoşlanmadığınız işler için yardım isteyin. İhtiyaçlarınızı önceden belirleyin.
Bir defada yapılması zor büyük işleri, küçük parçalara ayırın. Etrafı toplayın,
dağınıklıktan kurtulun. Gülümseyin. Çocuk başı okşayın, bebekleri gıdıklayın.
Evcil bir kediyi veya köpeği sevin.
20 Şubat 2015 Cuma
TOPLUM HAFIZASININ AKTARILMASI
İnsanı hafıza (bellek) oluşturmaya zorlayan
güç toplumdan yani sosyal hayattan
kaynaklanır. Şahsi düşünceler, sosyal çevrelerde hatırlanıp ortaya dökülürler.
Yazının bulunmadığı toplumlarda, geçmişten bu
yana edinilmiş bilgiler, kollektif
hafızada yani, sözel gelenekle
korunurlar. Yazının ağır bastığı toplumlarda ise bilgi birikimi yazı ile korunur.
Din
alanında bilgi birikimi aktarmak
için tek yol dil değildir. Ayinler,
kutsal yerlerin ziyareti, kurban, ibadetler, törenler, kuruluş günleri vs gibi
aktiviteler de bilgilerin hatırlanmasını
ve aktarılmasını sağlar. Kutsal
törenler, zaman içinde mânâlarını kaybeder
ve büyüklerden görüldüğü şekilde, töresel
bir mecburiyet halini alarak tatbik edilirler
19 Şubat 2015 Perşembe
İLK ÜÇ AYDA BEBEK BAKIMI
BEBEĞİN GİYİMİ
Çocukların gereğinden fazla giydirilmesi faydalı değildir. Böyle olduğunda bebeğin
vücudu dış sıcaklık değişimlerine
uyum gösterebilme kabiliyetini kaybedebilir
ve üşümeye daha meyilli olur.
Ellerini ısıtmak için giydirmeye çalışmayın zira çoğu çocuklar iyi giyindikleri
halde elleri soğuktur. Bebeğin
üşüyüp üşümediğini anlamak için yüzünün rengine bakın. Üşüyorsa rengi solar ve ağlar. Ayrıca boynunu ve
bacaklarını da kontrol edebilirsiniz.
Yaz aylarında odada iken
başlığa gerek yoktur. Bahar mevsimlerinde, pamuklu,
ipek veya ince yünden, kışın ise
kalın yünden başlık giyebilir.
Dışarı çıkarken
giydirilecek ceket veya pelerin, kışın yünden örme, yazın ise pamuklu kumaştan
olmalıdır. Bahar aylarında ise ince yün veya pazen kumaştan olmalıdır.
YATACAĞI YER
Annenin, bebeği yanında yatırması tehlikelidir. Uyku
esnasında altta kalıp ezilebilir ya
da boğulabilir. Ayrıca enfeksiyon da
kapabilir. Büyükte önemsiz olan bir nezle, süt çocuğunda solunum yollarının tehlikeli bir hastalığına sebep olabilir.
18 Şubat 2015 Çarşamba
BATI ETKİSİNDE TÜRK EDEBİYATI
İslâm dini tesiri
altında gelişen Türk edebiyatı, çeşitli lehçelerle, çok geniş bir coğrafya
sahası içinde zengin eserler
vermiştir. Yüzyıllarca süren İslâm dini
tesiri, Türk dilini de, edebiyatını da bir hayli değiştirmiştir. Yavaş yavaş taklitçi bir edebiyat haline düşen ve
İslâm edebiyatları çerçevesinde düşünülür hale gelen Türkçe eserlerin 18. yy dan başlayarak toplumumuzda Batı medeniyeti tesiri arttıkça kendini
bulmaya başladığını görüyoruz. Ancak bu Batılılaşma
hareketi, bütün Türk dili lehçelerinde ve edebiyatlarında değil; Anadolu’da yaşayan Osmanlı Türkleri’nin edebi
eserlerinde kendini hissettirmiştir...
TÜRK
EDEBİYATINDA GÖRÜLEN YENİ YAZI TÜRLERİ
Tanzimat ilânıyla, o devirde edebiyatımızda yeni
yazı türleri ortaya çıkmıştır. Makale, tiyatro, roman, küçük hikâye, siyasi
hiciv, hatıra ve benzeri türlerde eserler verilmeye başlanmıştır. Bu devirde
yetişen ve yenilik taraflısı olan sanatçılar, edebiyatı, birtakım fikirleri topluma aşılamak
için bir araç olarak görmüşlerdir. Çoğunlukla Fransız yazarlarının etkisi altında kalarak, Batı dünyasında çok eskimiş,
ama bizim için yeni olan
düşünceleri yazılarına aktarmışlardır.
17 Şubat 2015 Salı
İSLÂM ETKİSİNDE TÜRK EDEBİYATI
Türkler, 10.
Yüzyıldan başlayarak kendi istekleriyle İslâm
dinini kabul etmişlerdir. Bu dini kabul edişleri kılıç zoruyla ve kısa sürede olmamıştır. Ancak dinin emirlerini
öğrenmek ve Kur’an okumak için Arap
harflerini de, dini ilimleri anlamak üzere Arap dilini de beraber
öğrendiklerinden, Türk dili eski saflığını kaybetmiştir. Birçok yabancı
kelimeler, yeni kavramların ifadesi olarak Türk dilini istilâ etmiştir.
Komşuluk ettikleri çeşitli memleketlerin yerli dillerinden de etkilenen Türkler, başka devir ve başka
ülkelerde kendi dillerini ayrı şekillerde konuşmaya ve kullanmaya başlamıştır.
Bu yüzden, Türk dili,
birbirinden oldukça farklı ve bu farklılık yazılışta da kendini gösterdiği için
bağımsız birer dil denebilecek lehçelere
dönüşmüştür. Bu lehçelerde meydana getirilen edebiyat eserleri de
birbirinden farklı olmuştur.
TÜRK DİLİ
LEHÇELERİ
Ana Türkçe, söyleniş ve
yazılış farkları yüzünden zamanla değişik
lehçelere ayrılmıştır. Doğu
lehçeleri (Çağatay lehçesi ve Doğu Türklerinin kullandıkları lehçeler) ve Batı lehçeleri (Azeri lehçesi ve
Anadolu Türkçesi) diye sınıflandırılan bu söyleniş ve farklı yazılıştaki
lehçelerin ayrı edebiyatları vardır.
16 Şubat 2015 Pazartesi
UYGUR, GÖKTÜRK, HUN EDEBİYATI
Türk Milleti, tarihin en eski çağlarından beri varlığı bilinen çeşitli
topluluklardan meydana gelmiştir. Milletimiz, yüzyılları içine alan bir zaman
enginliği içinde ve çok geniş bir
coğrafya alanında çeşitli siyasi
birlikler meydana getirdiği gibi Japon
Denizi kıyılarından Orta Avrupa’ya,
Hazar Denizi Kuzeyi’nden Hindistan’ın Güney ucuna kadar, Asya,
Avrupa ve Afrika kıtalarına yayılmıştır.
Bu kadar eski bir milletin ne dili,
başlangıcındaki gibi kalır, ne de bu dilde yazılan yazılı ve sözlü eserler
belli bir manzara gösterir
Türkler,
gerek Asya’nın orta bölgelerinde,
gerek göç yollarıyla gittikleri çeşitli ülkelerde ya hükümdar sülâleleri kurarak oturak medeniyeti meydana
getirmişlerdir. Bunun dışında çeşitli tesirlerle yüzyılar süren göçlere katılmışlar, gittikleri yerlerde medeniyetler yaratmışlardır. Komşuluk
ettikleri medeniyetlerin gelenek ve göreneklerinden bazılarını benimsedikleri gibi kendi
göreneklerini, geleneklerini başka toplumlara aşılamışlardır.
Bu yaşam alış-verişinin yanında, Türkler, komşularıyla kültür ve bilgi alış-verişi de yapmışlardır... Yaşama değişiklikleri, zevk ve dil karışmalarına yol açmıştır. Türk toplumunun çeşitli sanat eserleri bu yüzden sürekli değişim ve gelişimlere uğramıştır. Bu kadar geniş bir zaman çerçevesinde ve bu kadar geniş bir coğrafya alanında yaşayan bir milletin edebiyat mahsûllerini bir çırpıda gözden geçirip incelemek kolay değildir. Bu yüzden sınıflamaya ihtiyaç vardır.
a)
Eski Türk Edebiyatı
SÖZLÜ EDEBİYAT
ÜRÜNLERİ
İslâm öncesi Türk Edebiyatının sözlü
mahsulleri destanlar, masallar, savlar
ve atasözleri, halk şiirleri gibi anonim
denilen, yani yazanı ve söyleyeni bilinmeyen eserlerdir. Bunlar, Türkler
arasında yazının yayılmasından önce meydana gelmiş ve kulaktan kulağa söylenip
işitilerek öğrenilmiş, yayılmış eserlerdir.
“Ağılda oğlak doğsa, arıkta otu ürer”
“Kişinin alası içinde, hayvanın alası dışında”
“Ot tütünsüz, yiğit yazıksız olmaz” gibi
atasözleri bu devirlerden kalma eserlerdir.
Sözlü
edebiyatımızın değişik türleri arasında av
türküleri, savaş türküleri, aşk ve bahar şarkıları yer almaktadır.
DESTANLAR
DEVRİ
Tarihin eski çağlarında, çok gelişmemiş bütün toplumlar, tabiat
olaylarının çözemedikleri yönlerini, gizli, kutsal sebeplere bağlarlar
ve bunlar karşısında duydukları heyecanları
hikâyemsi şiirlerle dile getirirlerdi.
Çok uzun olan bu şiirler, halk
arasında söylene söylene değişimlere
uğrar, ama destan denen olayların hikâyesi
ve kişilerin kahramanca davranışları hiç
değişmezdi.
Tarihin bilinmeyen
devirlerinden beri var olan Türklerin de çeşitli bölgelerde sözlü olarak meydana getirilmiş, daha
sonraki devirlerde yazıya geçirilmiş
destanları vardır. Bu destanlarda daima tabiat
üstü olaylar görülür. Türklerin destanları, meydana geldikleri Türk
toplumunun, ya da anlattığı olayın veya destan kahramanı olan kişinin adlarıyla anılır.
Eski Türk destanlarının Alp Er Tunga, Şu gibi parçaları vardır.
Hun destanlarının en ünlüsü, Oğuz Kağan destanıdır. Göktürk destanları, Bozkurt ve Ergenekon parçalarından
meydana gelir. Uygur Türklerinin
ise, Türeyiş efsanesi, göç destanı
gibi parçaları vardır. Bu eserler halkın toplu olduğu günlerde ve yerlerde
söylendiği gibi gezgin şairler tarafından
da kopuz denilen sazları çalınarak herkese dinletilirdi.
Bu destanlar, halkın şiir dinlemek, hikâye ve roman dinlemek ihtiyacını karşıladığı gibi, milletin
bilinmeyen devirlerine ait tarihini de dile getirirdi.
YAZILI
EDEBİYAT ESERLERİ
İslâm’dan önceki Türk edebiyatının yazılı eserleri, Türklerin çeşitli medeniyetler
kurmuş olan toplanma yerlerinde, şehirlerde,
tapınaklarda, mezar taşlarında, dikili taşlarda kazılı olarak, ya da derilere,
kâğıtlara tomarlar meydana getirecek şekilde yazılı olarak bulunmuştur.
Yazılı edebiyat eserleri başlıca iki Türk alfabesiyle tespit edilmiştir.
Göktürk
alfabesiyle yazılı olan eserler VIII. Yüzyıldan kalmadır. Bilge Tonyukuk adında bir Türk
vezirinin yaptıkları, taş üzerine kazılarak
anlatılmıştır. Kültigin ve Bilge Kağan anıtları da, Orhun Nehri yakınlarında Kuzey-Doğu Türkistan’da bulunmuştur. Göktürk devletinin idarecilerinden olan iki
kardeşin başarılarını anlatır.
Bu anıtların yazıldığı Göktürk alfabesi, dik çizgileri bol,
taşa kazılmaya elverişli, harfleri bitiştirilmeden yazılan bir sistemdi. Uygur alfabesi ise yatay çizgilerle
birbirine bitişik olarak sağdan sola
doğru yazılan bir sistemdi. Bu harfler kâğıt ve deri üzerine yazılmaya
elverişlidir. IX. Yüzyılda Turfan,
Karahoçu, Bişbalığ gibi şehirlerde bulunan, ticaretle, Budizm diniyle ilgili bazı metinler, ahlâk kitapları bu alfabeyle
yazılmıştır.
Uygur alfabesi, yalnız Uygur Türkleri arasında kullanılmış değildir. İslâmın Türkler
arasında yayılmasından sonra da bu alfabeyle eserler meydana getirilmiştir.
XIII. Yüzyılda Cengiz İmparatorluğu’nun
resmi yazısı Uygur yazısıydı.
15 Şubat 2015 Pazar
İLK ÜÇ AYDA BEBEĞİN DURUMU
Bebek doğumdan itibaren
koku ve taddan anlar. Emdiği sütün
şekerinde azalma olsa farkeder.
Herşey hakkında bilgi edinmeye, cisimleri ağzına alıp tadlarına bakmakla
başlarlar.
Yeni doğan parlak ışıktan rahatsız olur. Bir aylıkken ışıltılı
cisimleri gözüyle takibeder. Üç aylık olunca yanındaki eşyaları tanımaya
başlar.
İlk 1,5 ayda ağlarken gözleri yaşarmaz.
Doğduğundan itibaren sağırlık problemi yoksa, sesleri duymaya başlar. Aşırı ses
ve gürültüden rahatsız olur.
Çocuk iki aylık olduğunda
ilk gülücüklerini yapmaya başlar. Onunla konuşmanız, şakalaşmanız ziyadesiyle memnun edecektir.
14 Şubat 2015 Cumartesi
MEHMET EMİN YURDAKUL ŞİİR VE BİYOGRAFİ
MEHMET EMİN
YURDAKUL (1869 – 1944)
Orta öğrenimden
sonra, gümrük memurluklarında idarecilik
yaptı. 1897 yılı Yunan savaşı sırasında yayınladığı “Cenge Giderken” adlı şiiriyle ün kazandı. Şiirde dil sadeliği, gerçekçi ve sosyalizme eğilen
düşünceleri, halkın acılarını dile
getirmesi ve milliyetçi tutumu öne çıkmıştı. Bu ün, Cumhuriyetin ilânına kadar
sürdü. Savunduğu fikirler gerçekleşince,
maalesef Mehmet Emin Yurdakul’un da
işi bitmiş oldu. Adedi onbeşi geçen eserlerinin bazıları: Türk Sazı, Türkçe
Şiirler, Ey Türk Uyan, Tan Sesleri, Ordunun Destanı, Zafer Yolunda, Mustafa
Kemal’ dir.
13 Şubat 2015 Cuma
KADINLARDA TEŞHİR VE TAHRİK
Toplu yaşamak, ekonomik örgütlenme biçimidir. Çünkü
yaşayarak öğrenilmiştir ki; toplu halde yaşayan canlılar, tek başlarına
yaşamaya göre, hem daha iyi beslenirler,
hem daha iyi korunurlar hem de daha sağlıklı olarak soylarını
sürdürebilirler.
12 Şubat 2015 Perşembe
NAZLI ECEVİT, ESER VE BİYOGRAFİ
11 Şubat 2015 Çarşamba
VOLEYBOL, KURAL VE TANIMLAR
Voleybol, 1964 Tokyo Olimpiyatları’nda, bay ve
bayanlarda ilk kez bir spor branşı
olarak yer almıştır. Türkiye’de ilk voleybol takımı 1927 de Fenerbahçe Kulübü tarafından kuruldu.
10 Şubat 2015 Salı
YENİ DOĞANDA DIŞ GÖRÜNÜM
Yeni doğan yıkandıktan
sonra, pembe, yumuşak ve hassas olan derisi meydana çıkar. Bebeğin sırtı tüycüklerle kaplıdır. Saçları
çoğunlukla koyu renkte; bazan da oldukça uzun ve sıktır. Burnu, basık ve
geniştir. Ağzı küçüktür. Gözler şiştir,
göz rengi koyu gridir. Göz rengi,
ilerki aylarda kalıcı rengine
ulaşır. Başlangıçta, ilerde ne renk alacağı anlaşılamaz. Anne ya da babaya bazı benzerlikleri farkedilebilir.
BAŞI
Yeni doğanın kafası
vücuduna oranla büyüktür. Vücudun
yaklaşık ¼ ü kadardır.
(Yetişkinlerde baş 1/8 cıvarındadır) . Kafa kemikleri tam kaynaşmamıştır. Tepe ile alın arasında yumuşak bıngıldak bulunur. Burası
sağlam bir deri ile örtülüdür. Dokunmakla zarar görmez. Bıngıldak 1 - 1,5 yıl sonra sertleşip kapanır. Bebeğin aldığı, kalsiyum ve D vitamini takviyesi bıngıldağın kapanma müddetini kısaltabilir.
9 Şubat 2015 Pazartesi
TÜRK BANKNOTUNDA ARKA YÜZ ŞAHSİYETLERİ
7 Şubat 2015 Cumartesi
İSTANBUL'DAN MÜZİKLİ SLAYT (Canım İstanbul)
"Canım İstanbul" videosunda, İstanbul'un çeşitli semtlerinden slayt görüntüleri yer almaktadır.
CANIM İSTANBUL (Müzikli Slayt)
6 Şubat 2015 Cuma
DR.BEJEROT, STOCKHOLM SENDROMU DEDİ
Cezaevinden firar
eden bir mahkum, 1973 yılı yazında, İsveç'in başkenti Stockholm'
de bir bankanın dört bayan memurunu
rehin alır ve karşılığında para, silah, çelik yelek, koruyucu kask, otomobil ve
hücre arkadaşını ister.
Psikiyatr
desteğinde İsveç polisi,
rehinecilerle 5-6 gün pazarlık eder,
sonunda bankanın tavanında açtığı delikten gaz
püskürterek memureleri kurtarmaya çalışır.
Buraya kadar her şey normal gibi gözükse de, rehineler, polisten korktuklarını söyleyerek, altı gün boyunca tutsağı oldukları kişilerden ayrılmak istemezler, şikayetçi olmazlar.
Buraya kadar her şey normal gibi gözükse de, rehineler, polisten korktuklarını söyleyerek, altı gün boyunca tutsağı oldukları kişilerden ayrılmak istemezler, şikayetçi olmazlar.
Bu yetmezmiş gibi, mahkumu
savunacak avukatın parasını da
toplayıp ayrıca lehte tanıklık
etmeleri şaşkınlık uyandırır.
Bir radyo programı
sırasında psikiyatr dr. Bejerot,
evvelce hiç karşılaşılmamış bu davranış için, "Stockholm sendromu" kavramını ilk kez kullanır.
5 Şubat 2015 Perşembe
ALKOL BAĞIMLILIĞI VE RİSKLERİ
Alkollü içkilerin
vücutta zaman zaman yinelenen ya da sürekli bozukluklara sebep olacak seviyede
kullanılmasına alkol bağımlılığı
denir. Zararlı etkileri, özellikle etil
alkolün etkisine bağlı olarak gelişir. Etil
alkol alındıktan sonra mide ve bağırsak yoluyla hızla emilerek başta karaciğer ve beyin olmak üzere vücudun çeşitli organlarına yayılır.
ATILMASI DAHA YAVAŞ
Vücuttan atılması,
emiliminden daha yavaştır. Alkol,
karbondioksit ve suya dönüşerek vücuttan atılır. Bu reaksiyonda ara ürün olarak
açığa çıkan asetaldehit daha sonra
karaciğer için zehirli olan asetata
dönüşür. Kandaki etil alkol düzeyi arttıkça,
karaciğer tarafından tam olarak parçalanması zorlaşır. Sinir dokusu
alkole daha da duyarlıdır. Sinir
hücrelerine giren alkol metabolizmayı önemli bir biçimde etkiler.
4 Şubat 2015 Çarşamba
FEYHAMAN DURAN, ESER, BİYOGRAFİ
FEYHAMAN DURAN (1886 – 1970)
![]() |
Feyhaman Duran - Mavi Şalvarlı Kız 120 x 80 |
3 Şubat 2015 Salı
ABİDİN DİNO, ESER VE BİYOGRAFİ
ABİDİN DİNO (1913 – 1993)
D Grubu’nun
kurucularındandır. 1934 –1937 arası Sovyetler Birliği’nde,
1937 den sonra da Paris’te yaşamıştır. Bir ara İstanbul’a
gelip “Liman Grubu” nu kurdu. 1951
de tekrar Paris’e yerleşti. Roma ,
Edinburg ve Paris sergilerine katıldı. Film yönetmenliği ve seramikle
ilgilendi. Belgesel filmler yaptı. “Figüratif
konulu” çalışmaları vardır.
![]() |
Abidin Dino - Natürmort 65 x 46 cm |
2 Şubat 2015 Pazartesi
LOĞUSALIK DÖNEMİ NASIL GEÇİRİLMELİ
Doğumdan sonraki 30-40 günlük zaman dilimi loğusalık dönemidir. Âdetin tekrar başlamasıyla sona erer.
Gebelikle beraber değişen tüm iç salgı ve metabolizma işlevleri, dölyatağı
başta olmak üzere cinsel organlar eski
haline döner. İç salgı bezleri, yeni bir denge oluşturmaya çalışır. Bazı hormonların salgılanmaları durur. Sütü başlatan hormon salgılanır.
Doğum sonrası 1 hafta
hekimin kontrolünde geçer. Annenin günde iki kez ateşi ve nabzı kontrol
edilmelidir. Normal ateş 36,5 derece, nabız da dakikada 72 dir. Bazı günler ateş 37 derece olabilir. Bu, sütün memelere
ani olarak toplanmasından da
kaynaklanabilir.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)