1 Ocak 2015 Perşembe

BİTKİSEL HAYATTAN ÇIKIŞ VAKALARI


Bitkisel hayat ya da "düşük bilinç düzeyi" gibi durumlar, tam ve geri dönüşümsüz beyin ölümünden farklıdır ve modern tıbbın “az bilinen”, ancak etik açıdan en çok “tartışılan” konularını oluşturur.


ÖTENAZİ YASAK

Eluana, Ocak 1992  de geçirdiği bir trafik kazası sonrasında komaya girdi. Kısa bir süre sonra durumu, bitkisel hayata dönüştü. Kazadan 9 yıl kadar sonra doktorlar, iyileşmesinin “mümkün olmadığını” bildirdiler. Eluana'nın babası, mahkemeye başvurdu ve kızının bağlı bulunduğu besin destek ünitesinin “durdurulmasını” istedi. İtalya, konuyu defalarca tartıştı. Babanın başvurusu iki kez “reddedildi”. Sonunda, Milano Mahkemesi  Eluana'nın yapay yolla beslenmesinin “durdurulmasına” karar verdi.


Roma Katolik Kilisesi
, mahkemenin kararını “şiddetle eleştirdi”. Aileden Sorumlu Konsey'in Başkanı; "Eluana bitkisel durumda olabilir, ama bir bitki değil" dedi, "O, uyuyan bir insan. Bir insan, uyusa da, engelli de olsa, hâlâ insandır ve insan, sadece kendisi için değerlidir. “Başkalarına keyif ve mutluluk vermeyince, değersiz kabul edilemez”.

Hastanenin rahibeleri de kiliseyle aynı görüşteler ve bakımını üstlendikleri genç kadının besin desteğini “kesmemekte” direndiler...


SOVYETLER YIKILMIŞ

Polonyalı demiryolu işçisi Jan'a, 1988'de rayları tamir ederken bir vagon çarpmış, beynindeki hasar onu komaya sokmuştu.  Doktorlar karısına, "Bizim yapacağımız bir şey kalmadı" dediler ve 2-3 yıllık bir yaşam biçtiler. Karısı, tek parmağını kımıldatamayan, tek sözcük edemeyen eşini eve götürdü ve sırtı yara olmasın diye, bir o yana bir bu yana çevirmekten, söylediklerinin anlaşıldığına dair hiçbir belirti olmadığı halde, memlekette yaşananları anlatmaktan hiç vazgeçmedi.

Jan, vagonun çarpmasından 19 yıl sonra, “gözlerini açtı”. Üç ay sonra tekerlekli sandalyesine oturmuş, Haberci kameralarına  konuşuyordu. "Alışmakta  zorlanıyorum" dedi. "Uykuya dalmadan önce, dükkanlarda sadece çay ve sirke satılırdı, et karneyle alınırdı, bir litre benzin için saatlerce kuyruk beklerdik. Meğer arada neler olmuş neler! Berlin Duvarı yıkılmış, Sovyetler dağılmış, Polonya, Avrupa Birliği'ne katılmış. Hay Allah, unutuyordum, torunlarım doğmuş."


ANNEM

Otomobil tamircisi Terry, 1984  de, evinin yakınlarındaki bir uçuruma düşüp aracından fırladığında henüz 19 yaşındaydı, yeni evliydi ve kızı doğalı, sadece altı hafta olmuştu.

Başına aldığı darbe sonucunda boynundan aşağısı felç olan Terry, ertesi gün komaya girdi. Üç ay sonra bir sabah aniden gözlerini açtı, ancak hareket edemiyor ve konuşamıyordu. Zaman zaman gözleriyle etraftakileri izlese de, doktorlarına göre, içinde bulunduğu “düşük bilinç düzeyi”, sonsuza dek sürecekti.

Terry'nin annesi, 19 yıl boyunca her hafta oğlunu ziyarete gitti, yanına oturdu, konuşup durdu. Terry'nin 6 haftalıkken ayrıldığı kızı, zaman zaman hastaneye geldi, okulunu, arkadaşlarını anlattı, babasına en sevdiği şarkıları dinletti.

2003 yılının 11 Haziran'ı, anne için sıradan bir gündü. 19 yıl boyunca olduğu gibi, yine hastaneye gitti, bir Pepsi satın aldı ve oğlunun yattığı odaya gitti. İçeri girince, Terry, “annem” deyiverdi Hemşireler şaşırdı. Annesinin elindeki şişeye baktı genç adam ve “pepsi” dedi, hemen ardından da “süt”. 19 yıl sustuktan sonra ağzından çıkan sözcükler bunlardı.


YENİ SİNİRLER OLUŞUYOR

Terry, konuştuktan üç gün sonra ilk kez hareket etti. Haftasında kızını tanıdı. Kaza öncesinde yaşadıklarını hatırladı. Gerçi üç yıl sonra hâlâ yürüyemiyordu ve yemek yerken yardıma muhtaçtı ama eve dönmüştü, konuşuyordu ve duraklamadan 25'e kadar sayabiliyordu.

Terry'yi 20 yıl boyunca izleyen Dr. James, "Nasıl olduğunu anlayabilmiş değilim. Bu bir mucize" demiş olsa da, dünyanın dört bir yanındaki uzmanlar, insan beyninin gizemlerinden birini aydınlatabilecek bulguları, sabırla beklediler.

Terry'nin tahrip olmuş aksonlarının yerine, yenilerinin oluştuğunu, bir başka deyişle beynin aradan geçen 19 yılda “kendini onardığını” ileri sürdüler. Çokça tartışılan bu yayın, en düşük bilinç düzeyindeki hastalarla ilgili görüşlere yeni bir “boyut” kazandırdı. Ancak, beynin kendisini nasıl onardığını anlayabilmek için henüz çok erken.


KOMUTLARI ALGILIYOR

Dışarıya tepki vermeyen bitkisel hayattaki kişilerin, etrafta olan bitenin farkında olup olmadığı sorusu, yıllardır tartışılır. Science dergisinde yayınlanan bir araştırma, bir yıl kadar önce trafik kazası geçirmiş 23 yaşındaki genç bir kadınla ilgiliydi.

"Kahvenin sütü ve şekeri vardı" gibisinden basit bir cümle ya da, karmaşık cümleler söylendiğinde, MR görüntüleri, tıpkı sağlam bir insanınki gibiydi.

Geliştirilen yöntem, klinik kanıtlar bulunmadığı halde hastanın çevresini “algıladığını”, bitkisel bir yaşam sürdüğü halde sözlü komutları “anlayabildiği” ve 'düşünceleriyle' buna “cevap verebildiğini” kanıtlıyor. Bu araştırma, belki de "bitkisel hayat" kriterlerinin değiştirilmesine doğru bir gidişin habercisi olacak.


GERÇEKTEN ÖLDÜ MÜ ?

Yasalarımız, klinik bir tanı olan beyin ölümünü, beynin işlevlerinin tam ve geri dönüşümsüz kaybı olarak tanımlar ve hekimlerin beyin ölümüne nasıl karar vereceğini ayrıntılı biçimde düzenler. Ayrıca, beyin ölümü tanısı konanların, tıbbi yaşam desteklerinin “hangi koşullarda” kesilebileceğine açıklık getirir.

Beyni ölen kişilerin "ölü" kabul edilip edilemeyeceği konusu, batı dünyasında bizdekinden çok daha yoğun biçimde tartışılıyor. Kimileri, hastaya "öldü" demek için, hatıraların ve kişiliğin saklı bulunduğu beyin bölgelerindeki hasarın bile yeterli olduğuna inanırken, kimileri beyin ölümünün "ölüme" yetmediğini, “kalbin durması” gerektiğini ileri sürüyor.

Ancak uzlaşılamayan daha önemli bir sorun var. O da, beyin ölümünün tam ve geri dönmez olduğuna, hangi kriterlerle, hangi yöntemlerle karar verileceği. Giderek gelişen tanı tekniklerinin en küçük beyin faaliyetini bile saptayabilmesi, beynin kendi kendini onarabileceğine ilişkin yeni yayınlar, nanoteknoloji ve mikroişlemciler sayesinde beyindeki bazı hasarların implantlarla düzeltilmesi, ayrıca kök hücre araştırmaları, “ölüm” ü yeniden tanımlamayı gerektiriyor.


Kaynak : Adlî Tıp Uzm. Sevil Atasoy/23.11.2008 hurriyet