30 Nisan 2015 Perşembe

DİYET DENİLİNCE NE ANLARIZ

Halk arasında "diyet" denilince, yemek yememek veya az yemek yemek gibi yanlış anlamlar mevcuttur. Diyet demek, belirli bir durum veya hastalıkta olan bir şahsı, önceden belirlenmiş bazı yiyecekleri yememesi veya azaltması anlaşılır.

Şişman insanların şekerli gıdaları azaltması, böbrek hastalarının, kalp hastalarının ve yüksek tansiyonlu olanların tuzsuz veya az tuzlu yemeleri, şeker hastalarının şekerli ve unlu gıdaları kısmaları, mide-bağırsak hastalarının mide ve bağırsakları tahriş edici, fazla çalıştırıcı gıdaları almamaları, damar sertliği olanların yağlı yiyecekleri azaltmaları diyet olduğu gibi; zayıf insanların da normal kiloya ulaşmak için özel olarak besleyici gıdaları yemeleri bir diyettir.

Bu işlemler, duruma ve hastalığa göre uzman tarafından, belirli diyet metodlarına göre tanzim edilir. Diyete tabi olan hastalar, azaltılan veya tamamen kaldırılan gıdaların dışında, diğer yiyecekleri serbest olarak yiyebilirler.  

29 Nisan 2015 Çarşamba

FİKRET MUALLA SAYGI, ESER, BİYOGRAFİ

FİKRET MUALLÂ SAYGI  (1904 - 1969)

Almanya'da gravür öğrendikten sonra, Paris'te bir süre çalıştı. Yurda dönünce (1934) öğretmenlik yaptı. Kimi akli dengesizlikler gösterdi. Müşahade altına alındı. 1938 de tekrar Paris'e gitti. Eserleri çoğunlukla Paris'teki kolleksiyonculardadır. Her sanatçının acı ve ıstırab çekmesi gerektiğini söyledi. Dışavurumcu, renkçi bir anlayışın dışına çıkmamıştır. Resimleri canlı parlak renkli suluboyadır.

Fikret Mualla Saygı - Mavili Natürmort   44x36 cm
Fikret Mualla Saygı - Manzara   (1945)
Fikret Mualla Saygı - Sokakta Oyun  (1957)
Fikret Mualla Saygı - At Terbiyecisi

28 Nisan 2015 Salı

MUSTAFA KEMAL ŞAM'DA

Suriye’de, Şam’ın Hamidiye Çarşısı’nda dolaşan üç Türk subayı. Bu subaylar, Mustafa Kemal, sevdiği arkadaşı kurmay yüzbaşı Müfid Özdeş ve alay kuvvet komutanı Bay Lütfi.

Çarşıda yürürlerken, bir köşede içine ancak iki üç adam sığabilecek bir dükkânın önüne geliyorlar. Burası Tüccar Mustafa’nın (Dr.Cantekin) ticarethanesidir. Dükkânın önünde duruyorlar.

Ayağında ayakkabı yerine nalın bulunan bir adam, takır takır yürüyerek kendilerine doğru geliyor ve dükkânda oturacak yer olmadığı için, dükkânın önüne birkaç sandalye konuluyor. Mustafa Kemal meraklıdır; dükkânın içini görmek istiyor, giriyor raflarda birtakım hafif eşya var. Ortada uzun bir masa ve üzerinde felsefeye, devrime, sosyalizme, doktorluğa vs ait fransızca kitaplar...

27 Nisan 2015 Pazartesi

DİŞLE SERT MADDE KIRILMAMALI

Çiğneme ve öğütme işinde en önemli vazifeyi yapan dişler, çocukta altıncı aydan itibaren çıkmaya başlarlar. İlk defa ön kesici dişler, sonra ön öğütücüler ve köpek dişleri çıkmaya başlar. Bir yaşına kadar dişleri çıkmayan çocukların sıhhatinden endişe etmek lâzımdır. Çocukların dişleri iki ila üç yaş arasında tamamlanır ve hepsi yirmi tanedir. Bunlara süt dişleri denir.

Büyüklerde dişler 32 tanedir. Bu dişlerin 8 tanesi kesici, 4 tanesi köpek, 20 tanesi öğütücü dişidir. "Akıl dişi" denilen son dört öğütücü diş, genel olarak 18-20 yaşından sonra çıkar ve ekseriyetle de kolayca çürüyerek işe yaramaz hale gelir.

LEYLA GAMSIZ SARPTÜRK, ESER, BİYOGRAFİ

LEYLÂ GAMSIZ SARPTÜRK  (1920 - 2010)

Güzel Sanatlar Akademisi'ni bitirdi (1947) . Paris'te André Lhote ve Fernand Léger atölyelerinde bir müddet çalıştı. Renkçi bir duyarlığı peyzaj resimlerine yansır. Soyut'a yönelik bir figürcülüğü vardır.

Leylâ Gamsız Sarptürk - Köylü Kadınlar 58x48 cm

26 Nisan 2015 Pazar

DİL SAĞLIĞIN AYNASIDIR

Tatma, çiğneme ve yutma vazifeleri olan, konuşmada büyük rol oynayan dilin hastalıklarında, hastalar büyük bir sıkıntı duyarlar. Dilin hastalanmasında en çok diş bozuklukları, ağız iltihapları, boğaz rahatsızlıkları, kansızlık, ateşli hastalıklar, karaciğer hastalıkları rol oynar. 
Mide-bağırsak bozuklukları, tahriş edici maddeler, sigara da dilin bozulmasına sebep olur. Bu yüzden "Dil sağlığın aynasıdır"denilmektedir. 

Beyaz ve paslı bir dil, ateşli hastalıklarda ve mide-bağırsak bozukluklarında, çıkıntıları kaybolmuş parlak bir dil kansızlıklarda, koyu kırmızı bir dil ekseriyetle karaciğer bozukluklarında meydana çıkar. Diğer ârazlarda dile bakarak teşhis koymak ancak bir uzman işidir. Dil kenarlarındaki ve üzerindeki ufak yaralar ağız içinde bir iltihabı ve diş çürüklerini hatırlatmalıdır. Dilin hareket bozuklukları ve çarpık durması da yüz felçlerinde görülür.

DİFTERİ AŞISI HAYAT KURTARIR

Difteri, halk arasında "Kuşpalazı" olarak da bilinir. Difteri basilleri ağız ve burundan bulaşan ve çocuklarda daha sık görülen tehlikeli bir hastalıktır. Kış aylarında bazan salgınlar şeklinde görülür. Büyükler de bu hastalığa yakalanırlar. Yüksek ateş ve anjinle (Bademcik iltihabı) başlar, süratle gelişerek boğazın tıkanmasına ve boğularak ölüme sebep olur.

Bademcikler üzerinde beyaz plaklar şeklinde gelişen bir zar büyüyerek bütün boğaz deliğini kapatır. Bu zar yırtıldığı zaman kanamalar meydana gelir ve yeniden teşekkül eder. Ateş daima 40 derece cıvarındadır. Vücutta genel bir bitkinlik vardır. Boğaza yerleşen difteri basilleri toksin denilen zehirleriyle kalp üzerinde de büyük tahribatlar yaparlar. Çarpıntı, nefes almadaki güçlük kalp tehlikesine işaret eder. Hattâ difteri tedavi edildikten sonra dahi kalp üzerinde uzun müddet dikkatli olmak lâzımdır.

İBRAHİM SAFİ, ESER VE BİYOGRAFİ

İBRAHİM SAFİ  (1898 - 1983)

Moskova Güzel Sanatlar Akademisi'nde bir süre öğrenim gördü. Rus İhtilâli sırasında Türkiye'ye geldi. Güzel Sanatlar Akademisi'ni bitirdi. Çallı izlenimciliğinin ölü dalgalarını sürdürmektedir.

İbrahim Safi - Peyzaj   50x46 cm

25 Nisan 2015 Cumartesi

DEZENFEKSİYON MİKROP ÖLDÜRÜR

Dezenfeksiyon, vücudun veya herhangi bir âfet sebebiyle bir bölgenin mikroplardan temizlenmesi işine verilen isimdir. Dezenfeksiyon alkol, tentürdiyot, deterjanlı maddelerle veya kaynatarak buhardan geçirilerek yapılır.

En önemli dezenfeksiyon, ellerin, yaraların dezenfeksiyonudur. Ellerin dezenfeksiyonunda % 70 lik alkol sürülerek yapılır. Alkol sürülmeden önce ellerin sabunla yıkanması gerekir. Saf alkol dezenfekte yapmaz. Yaralar için en iyi dezenfektan madde tentürdiyottur. Bu madde tetanoz basilini de öldürür.

Oksijenli-su da iyi bir dezenfektandır. Sentetik ve deterjanlı dezenfektanlar da güçlü mikrop öldürücüdürler. 

Enfeksiyonlu hastaların kap-kacak ve elbiselerinin iyice kaynatılması da dezenfeksiyondur. Bu malzemeleri en az yarım saat kaynatmak lâzımdır.

FARUK NAFİZ ÇAMLIBEL, ŞİİR VE BİYOGRAFİ

FARUK NAFİZ ÇAMLIBEL  (1898 - 1973)

İstanbul'da doğdu. Eski Orman Bakanlığı başmemurlarından Nâfiz Bey'in oğludur. Orta öğrenimden sonra bir müddet Tıp Fakültesi'nde okumuştur. Bir yandan da şiirlerini yayınlamaya başladı. 1922 de öğretmenlik mesleğine girdi. Kabataş Lisesi'nde, Edebiyat öğretmeniyken 1946 yılında Milletvekili seçilmiştir. 1960 askeri ihtilâlinden sonra siyaseti bırakmıştır. Samsun gemisiyle, Akdeniz seyahati esnasında hayatını kaybetti.
Faruk Nafiz Çamlıbel'in şiirleri, tiyatroları ve mizah yazıları vardır.

Şiirleri: Çoban Çeşmesi, Suda Halkalar, Bir Ömür Böyle Geçti, Akarsu, Han Duvarları
Tiyatroları: Canavar, Akın, Özyurt, Kahraman, Bir Demette Beş Çiçek, Yayla Kartalı, Çamlıbel
Romanı: Yıldız Yağmuru

ATATÜRK'ÜN YUNAN KOMUTANA CEVABI

Hagi Anesti, 1922 baharında hazırlıklarını tamamlamıştı. Arkasından hiç eksik etmediği yabancı gazeteciler, papazlar, sık sık davet ettiği kişilerle cepheyi geziyor, mağrur ve küstah demeçler veriyordu. Son taarruzumuzdan evvel, yine böyle bir kalabalıkla cepheyi gezmiş ve mevzileri görerek, İzmir’e dönmüştü.

Hristomos, Yunan Başkomutanı için büyük bir karşılama töreni hazırlatmış, dini âyinler tertiplemişti. Şölenin sonunda Reuter Ajansı muhabiri Yunan Başkomutanı’na soruyordu:

Cepheyi gezdiniz. Mustafa Kemal’i gördünüz mü ?

24 Nisan 2015 Cuma

ORHAN PEKER, ESER VE BİYOGRAFİ

ORHAN PEKER  (1927 - 1978)

Güzel Sanatlar Akademisi'ni bitirdi. Salzburg'ta Oscar Kokoschka'nın bulunduğu bir yaz kursuna katıldı. At başı portreleri yaptı. Boya hamurunun etkileyici kimi imkânlarını, nesne ve figür izlenimi için kullanmıştır.

Orhan Peker - Kırmızı Vazoda Çiçekler   46x40 cm

23 Nisan 2015 Perşembe

DENİZ BANYOSU YARIM SAATİ GEÇMESİN

Birçok sporlar gibi deniz banyosu da vücut için faydalı bir spordur. Fakat her şeyin fazlasında olduğu gibi, denizin de fazlası zararlı olabilir. Denize girmenin en faydalı olduğu zaman suyun 18-22 derece olduğu mevsimlerdir. En uygun denize girme saati sabah 8-10 ile akşam 16-18 saatleri arasıdır. 

Denizde kalış süresi hiçbir zaman 30 dakikayı geçmemeli ve denizden çıktıktan sonra ıslak kalınmamalı, hemen kurulanmalıdır. Mümkünse ıslak mayoyu, kurusu ile değiştirmelidir. Fazla güneşte kalmamak ve gölgede oturmak en sağlıklı hareket şeklidir. 

Deniz banyoları ve gölgedeki (deniz ve kumdan yansıyan ışıkla olan) güneş banyoları vücudun mukavemetini artırır ve mikroplara karşı savaşını kolaylaştırır. Yüzme, akciğerlerin solunum kabiliyetini artırır ve sportif bir hareket olduğundan kan dolaşımının ve kalbin gücünü takviye eder. Bedenin hemen tüm kasları harekete geçer. Denizde yüzmek veya hareket etmek gerekir. Hareket etmeden durmak faydasızdır hattâ zararlı dahi olabilir.

DENİZ TUTMASI HASTALIK MI

Deniz tutması aslında bir hastalık değildir. Fakat kansız kimselerde, safra kesesi hastalığı olanlarda, kulak rahatsızlığı bulunanlarda daha sık rastlanmaktadır. 

Kulağın denge merkezinde meydana gelen bir bozukluk, (Göz ile kulaktan gelen denge sinyallerinin birbirleriyle uyuşmaması hali)  sinirler vasıtasıyla derhal beyine ve beyinciğe intikal etmekte ve deniz tutmasının bilinen arazları ortaya çıkmaktadır. Aynı anda faaliyete geçen bulantı ve kusma merkezleri de mide ve bağırsakların ters hareketlerine sebep olmakta ve kusma meydana gelmektedir. Fazla yemek yiyenlerde veya çok aç olanlarda deniz tutmaları daha kolay ortaya çıkar.

DALAK İŞLEVİ VE DALAK BÜYÜMESİ

Dalak , karnın sol böğür tarafında ve yanda bulunan içi kanla dolu, 10-11 cm uzunluğunda ve ortalama 200 gram kadar oval şekilli bir organdır. Esas vazifesinin ne olduğu halen tam olarak bilinmemektedir. Dalak bazı önemli işlevleri yerine getirmesine rağmen, normal bir hayatın devam ettirilmesi için vazgeçilmez bir organ değildir.

Bir nevi kan deposu vazifesi görmektedir. Depoladığı kanı ihtiyaç gördüğü zamanlarda dolaşıma verir. Yaşlanan kırmızı kan hücrelerinin ve yaşam müddeti dolmuş veya parçalanıp atık haline gelmiş hücre ve mikroorganizmaların kan dolaşımından uzaklaştırılması işini de yapar. Üzerindeki bir kısımda bulunan lenf dokusu sayesinde, bağışıklığa katkı sağlar. Çeşitli kan hastalıklarında, kemik iliğinin kâfi kan yapamadığı durumlarda, kan yapım işlevini yüklenir. Bu organın en büyük özelliği kansere yakalanmamasıdır.

SAİM ÖZEREN, ESER VE BİYOGRAFİ

SAİM ÖZEREN  (1900 - 1964)

Sanayi-i Nefise Mektebi'ni bitirdi (1926) . Çeşitli illerde öğretmenlik yaptı. Güzel Sanatlar Birliği geleneği içinde kalmıştır.

Saim Özeren - Peyzaj    40x27,5 cm

22 Nisan 2015 Çarşamba

KEMALETTİN KAMU, ŞİİR VE BİYOGRAFİ

KEMALETTİN KAMU  (1991 - 1948)

Bayburt'ta doğdu. İstanbul Erkek Öğretmen Okulu'ndayken Milli Mücadele'ye katılmak üzere Ankara'ya gitti. "Anadolu Ajansı" nı en buhranlı günlerinde idare etti. Öğretmen Okulu diplomasını bu yüzden ancak 1923 yılında alabildi

Beş yıl Paris'te kalarak Siyasi İlimler yüksek tahsili yaptı. İstanbul'a dönünce Rize ve Erzurum'dan iki defa milletvekili seçildi. Türk Dil Kurumu, Terim Kolu Başkanı'yken vefat etti. 

Bütün şiirleri hayatı hakkında yazılan bir eserde vefatından sonra toplanmıştır.

ÇOCUK FELCİ AŞISI ŞARTTIR

"Poliomiyelit" virüsü ile bulaşan bu hastalık, çok tehlikelidir. Çocuklarda daha sık rastlanır. Aslında her yaşta görülebilir, fakat yaş ilerledikçe yakalanma nispeti azalır. Kırk yaşından sonra çok nadir görülür.

Hastalık yüksek ateş ve nezle şeklinde başlar, sonra kol ve bacaklarda felçler görülür. En tehlikeli olanı, solunum sisteminde görülen felçtir ve ani ölüme sebep olur. Bunun için, kurtarıcı olarak suni akciğer kullanılır. Hastalık tamamen geçtikten sonra felce uğrayan kol ve bacaklar ince ve sakat kalırlar. Ölüm oranı yüksektir.

Özel ve tedavi edici bir ilâcı yoktur. Ölümden kurtulanlar daima bir sakatlıkla kalırlar. Aşısının bulunuşu dünya için önemli bir olay olmuştur. Çocuklar muhakkak, büyükler ise bir salgın tehlikesi olduğu zaman aşılanmalıdır. Çocukların aşısı, Sağlık Bakanlığı'nın mecburi aşılar sistemine dahildir.

Enjeksiyon (iğne) şeklinde yapılan "salk", ağızdan damla şeklinde alınan "sabin" aşıları vardır. Kırk yaşına kadar herkesin aşılanması gereklidir.

Ölümden kurtulup, sakat kalanlar için özel fizik tedavisi ve rehabilitasyon tatbik edilir. Bu işin uzmanına müracat etmek lâzımdır.  

EKLEM ÇIKIKLARI

Bir kemiğin eklem yerinden çıkmasına "Çıkık" denir. Ekseriyetle ters bir hareket ve zorlama kemiğin yerinden çıkmasına sebep olur. Şiddetli ağrı, eklemde hareketsizlik ve kemik çarpıklığı ile kendini belli eder. Bazı maharetli şahıslar, çıkan kemiği yerine yerleştirmede çok ustadırlar. Bazan da işler ters gidebilir ve müdahale tehlike yaratır.

Esasen, röntgen kontrolü altında ve bir ortopedi mütehassısı tarafından çıkan kemik yerine oturtulur. Birkaç gün bu eklemi dinlendirmek lâzımdır. Ağrı varsa, aspirin gibi ağrı hafifletici ilâçlar alınabilir. Bir kez çıkan kemik ileride daha kolay çıkabileceğinden, şahsın o ekleme yük verme davranışlarında dikkatli davranması gerekir. 

ÇİÇEK HASTALIĞI ÖLÜMCÜLDÜR

Virüslerle çok kolay bulaşan ve ekseriyetle çocukluk çağında görülen bir hastalıktır. Yüksek ateş ve nezle şeklinde başlayan bu hastalık, vücutta çok sık ve yaygın kırmızı, ufak cerahatli döküntüler şeklinde başlar ve bütün organlarda azar azar kanamalara, iltihaplanmalara sebep olur. Ateş daima 40 derecenin üstündedir. Çok tehlikeli ve öldürücü bir hastalıktır.

Ölümden kurtulanlarda, cilt bozukluklarına ve göz, kulak, beyin vesaire gibi organlarda da sakatlıklara sebep olur. Bu hastalığın bulaşması, ekseri salgınlar şeklinde görülür ve büyük salgınlar yapar.

Tedavisi yoktur. Bütün mücadele, virüsten korunmaya dayanır. Çiçek aşısı bu hastalığa yakalanmayı tamamen önler. Çocuğun doğuşundan altı ay sonra aşı mutlaka yapılmalıdır. 4-5 yıl sonra tekrarlanmalıdır. İlk aşı tutana kadar tekrar edilir.

EMZİREN ANNEDE MEME ACISI

Meme ve meme başına dokunmadan evvel ellerinizi sabunla yıkarsanız, gereksiz meme iltihapları ihtimâli çok azalır.

Loğusalığın 2-4 üncü günlerinde memelere süt gelmesi ağrılı ve sert şişliklere sebep olabilir. Bununla beraber  bu günlerde süt miktarı da esasen azdır. Bilhassa ilk doğumlarını yapanlarda bu durum birkaç gün sürer ve ekseriyetle süt ifrazı, ancak 2-8 inci günden sonra yoluna girer. Bu şekilde gergin göğüsler yukarıya kaldırılarak sabitlenmelidir. Çocuk kuvvetle emmeye başladıktan sonra, meme bezleri daha iyi boşalır ve gerginlikleri de azalır. Çocuk memeleri tamamen boşaltamıyorsa kalan süt, süt pompası ile boşaltılmalıdır.

Bazı kadınlarda meme başları kâfi derecede belirgin değildir. Bu gibi durumlarda da süt, elle veya süt pompasıyla boşaltılarak bebeğe kaşıkla verilir. Meme başları da bir zaman sonra daha çok dışarı çıkar ve çocuk normal şekilde emzirilebilir.


OSMAN NURİ PAŞA, ESER VE BİYOGRAFİ

OSMAN NURİ PAŞA  (1839 - 1906)

Harbiye'yi bitirmiştir (1862) . Daha burada öğrenciyken yaver sınıfına atanmış ve Saray ressamı olarak alınmıştır. Harbiye ve Kuleli Askeri Okulları'nda öğretmenlik yapmıştır. Halep, Yemen ve Suriye valiliklerinde bulunmuştur. Hayali bir Barbizon peyzajı anlayışında çalışmıştır. Siyah-beyaz değerli eserleri bir kır şiirini yansıtır.

Osman Nuri Paşa - Meyvalar   115x73 cm

21 Nisan 2015 Salı

AHMET KUTSİ TECER, ŞİİR VE BİYOGRAFİ

AHMET KUTSİ TECER  (1901 - 1967) 

Kudüs'te doğdu, Kadıköy Sultanisi'nden sonra Halkalı Ziraat Okulu'nu, İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü'nü bitirdi. Paris'e gidip döndükten sonra Ankara ve Sivas'ta edebiyat öğretmenliği, Paris'te öğrenci müfettişliği yaptı. Talim ve Terbiye Heyeti üyesiyken milletvekili seçildi. Galatasaray Lisesi'nde edebiyat, Güzel Sanatlar Akademisi'nde edebiyat ve estetik öğretmenliği yaptı. İstanbul Belediyesi Konservatuarı  edebiyat öğretmenliğinden emekli oldu. İstanbul'da vefat etti. 

1921 yılından itibaren ilk şiirlerini yayınlamaya başladı. Tiyatro eserleri de yazmıştır. "Şiirler" adıyla Sivas'ta bastırdığı küçük bir kitabı vardır.
Tiyatroları: Koçyiğit Köroğlu, Köşebaşı, Bir Pazar Günü. Satılık Ev

KALP ÇARPINTISI CİDDİYE ALINMALI MI

Göğüste sık atan kalp atışlarının hissedilir hale gelmesine çarpıntı denilir. Çoğu zaman ruhidir ve bir heyecandan sonra ortaya çıkar. Kadınlarda çok olur. Kişiyi ve çevresini endişeye sürükler. Bunlar hakiki çarpıntılar değildir, çarpıntı hissi algılamaktır.

Hakiki çarpıntılar nabız saymakla belli olur. Nabzın dakikada 120 nin üstüne çıkması, gerçek bir çarpıntıyı düşündürür. Bu çarpıntılar da çok zaman, nabız muntazam ise zararsızdırlar ve kısa sürerler. En çok sebebi kansızlıktır. 

Nabız muntazam atmayan ve devamlı olan çarpıntılar oldukça ciddidirler ve bir kalp bozukluğuna bağlıdırlar. 

Yüksek ateş, tiroid bezinin fazla çalıştığı hastalıklar, gebelik, tansiyon yükselmeleri de çarpıntılara sebep olurlar

Tedavide: Sinirsel çarpıntılar müsekkin ilâçlarla, istirahat ve ılık banyolarla çabuk geçer. Kansızlıkla mücadele etmek lâzımdır. Kalp hastaları ciddi bir hekim kontrolüne girmelidirler. Gebelik çarpıntılarında da kan sayımı ve tansiyon kontrolü ihmâl edilmemelidir. Diğer hastalıklar için de hekim kontrolü gerekir.

CÜZZAM HASTALIĞI YILLARCA SÜRER

Verem basiline benzer ve "Hansen" basili adı verilen bir mikrop tarafından meydana gelen bu hastalık bulaşıcı bir hastalıktır. Bulaşıcılığı daha ziyade aile fertleri arasında olur. Gizli başlar ve sinsi ilerler. Hastalığa yakalananlarda halsizlik, solukluk, kılların dökülmesi, yüzde, kollarda, bacaklarda siyahımsı lekeler görülür. Bir müddet sonra bu yerlerde patates gibi sert şişlikler meydana gelir. Daha sonra yaralar açılır. Bu durum aylarca hattâ yıllarca sürer. Hastalar çok hâlsiz olduklarından kıpırdamak dahi istemezler. 

Bulaşma çok yakın olmalarından dolayı ekseriyetle aile fertleri arasında olabilir. Ambalajsız gıda maddesi satanlar da bu hastalığı bulaştırabilirler. Antibiyotik tedavileri hastalığa etki etmez. Bu hastalığa yakalananlar, bütün dünya memleketlerinde özel hastanelerde muhafaza ve tedavi altına alınırlar.

DOĞUŞTAN CÜCELİK TEDAVİSİZDİR

Bir insanın normalden çok ufak boyda kalmasına "cücelik" ismi verilmektedir. Cüceliği hiçbir zaman kısa boylulukla karıştırmamak lâzımdır. Cücelik bazan ırksaldır. Meselâ Afrika'daki bazı kabileler (Pigmeler) tamamen cücedirler.  Diğer bir cücelik sebebi de doğuştandır ve yumurta hücrelerindeki kromozom bozukluklarına bağlıdır.

Ailevi cücelikler de vardır. Cüceliğin en önemli sebeplerinden biri, çocukluk çağında büyümeyi temin eden hormonların bozukluğudur. Beyindeki hipofiz bezinin çıkardığı büyüme hormonunda bir azalma mevcuttur. Hayatın ilk aylarında, boyundaki tiroid bezinin iyi çalışmaması da cüceliğe sebep olur. Buna "Kretenizm" denir.

ATATÜRK'TEN FİKİRLERE SAYGI

Neşeli bulunduğu bir zamanı seçerek :

            “Paşam... demiştim, şu danıştığınız kişiler arasında öyle kişiler var ki; onların fikir ve mütalâalarına iştirak edeceğinizi hiç zannetmiyorum. O halde, niçin onları çağırıp fikirlerini dinlersiniz ?

Atatürk, yüzüme bakarak şu karşılığı vermişti:

             “Bazan hiç umulmadık adamdan, ben çok şeyler öğrenmişimdir. Hiçbir kanaatı hor görmemek gerekir. Belki, sonunda kendi düşüncelerimi uygulasam bile, herkesi ayrı ayrı dinlemekten hoşlanırım...”

                                                                                           Salih Bozok (*)

(*) (1881-1941) Atatürk’ün yaveri, yakın arkadaşı, milletvekili

Kaynak: kemal arıburnu, atatürk’ten anılar,işbank kült.yay. 1976 s.102

20 Nisan 2015 Pazartesi

CERAHAT MİKROP BULAŞTIRIR

Cerahat maddesi, mikropların dokuları tahrip etmesiyle meydana gelir. Bu madde aynı zamanda, mikroplarla savaşmak için toplanan beyaz kan hücrelerinden de çok zengindir.
İçine kan karıştığı vakit, "kanlı cerahat" ten bahsedilir. 

Gözle görülebilecek büyüklükte olan cerahat topluluklarına "apse" ismi verilir. Cerahat, çok fazla miktarda mikropları da taşıdığından, çok tehlikeli ve etrafa hastalıkları bulaştırıcı bir maddedir.

Cerahatli yaralar ve dokular, cerahatten temizlenmedikçe iyi olmazlar. Bunun için apseler açılır ve steril pansumanlarla temizlenir. Kana karışan cerahat "Septisemi" denilen çok tehlikeli bir duruma sebep olur. Antibiyotik kullanımıyla bu tehlike kısmen azalmıştır. Eskiden septisemiye maruz kalan hastalar ölüme mahkûm olurlardı.  

KADINLARA GÖRE YABANCI ERKEKLER

İSPANYOL ERKEĞİ:

İspanyollar sıcakkanlı, yakışıklı, bakımlı, hızlı konuşan, düşünceli ve romantik erkeklerdir. Arkadaş canlısı, sevecen ve çapkın bir yapıları vardır. Salt yakışıklılıklarıyla değil sözleri, sempatisi, esprileriyle sizi kendisine bağlayabilecek erkek tipidir.

ÇEK ERKEĞİ:

Olgun, sessiz, özgürlükçü, düşünceli ve önyargısız erkeklerdir. Kıskançlıkları yok denecek kadar az, kendine güvenleri bir hayli yüksektir. Yapılı, yakışıklı ve bakımlıdırlar. Çek erkeklerinin inatçı, dediğim dedik bir yapısı vardır. Çok konuşmazlar, çok sahiplenmezler, hiç kıskanmazlar.

JAPON ERKEĞİ:

Japon erkekleri saygılı, küçük, güleç, utangaç tiplerdir. Hızlı konuşurlar, heyecanlıdırlar, her ne kadar çekingen olsalar da kaba bir yanları da vardır. Ailelerine, geleneklerine bağlıdır, teknolojiyi sever, azla yetinmesini bilir. Espri anlayışları kötüdür. Güvenilir ve saf bir yapıları vardır.


ANNE SÜTÜ TEK TABİİ GIDA

Bebeğin beslenmesi için bir tek tabii gıda vardır, o da anne sütüdür. Bilhassa ilk aylarda çocuk için anne sütünün yerini tutabilecek bir gıda yoktur. Çocuğunu emziren anne, ona en iyi ve en kıymetli gıdayı vermiş olur.

Anne sütü alan çocukta hastalıklar daha az görülür. Çünkü anne sütü, çocuğun midesine tamamen uyar. Süt daima tazedir, temizdir ve herhangi bir kaptan geçmeden doğrudan doğruya çocuğun ağzına ve midesine girer. Önceden ısıtılmasına, hazırlanmasına gerek yoktur. İlk günlerde gelen "ağız" sütüyle başlayarak, tüm emzirmelerde annenin antikorları bebeğe geçmekte, bu da bebeğin hastalıklara karşı mukavemetini artıracak bağışıklık sistemini güçlendirmektedir. Anne sütü emen çocuklarda mide-bağırsak hastalıklarına daha seyrek rastlandığı gerçektir.

Anne memesi emen çocukların parmak emmelerine, daha seyrek rastlanmaktadır.

OSMAN HAMDİ, ESER, BİYOGRAFİ

TÜRK ressam, bilim adamı ve müzeci, 1842 yılında İstanbul'da doğdu. Hukuk tahsil etmek için Paris'e gitti (1857). 12 yıl Paris'te kalarak hukuk derslerine devam etti. Bu arada, Gérôme ve Boulanger gibi ünlü ressamların yanında resim çalıştı.

1867' de Paris'te açılan milletlerarası sergide Osmanlı Devleti Komiseri oldu. 1869' da Türkiye'ye çağrılarak 27 yaşında Bağdat vilâyeti Umuru Ecnebiye müdürlüğüne tayin edildi; 1871' de İstanbul'a döndü ve sarayda "Teşrifatı Hariciye" müdür muavini oldu. Bu sırada, Viyana'da açılan milletlerarası sergide komiserlik yaptı.

1875' de Hariciye Umuru Ecnebiye kâtipliğine getirildi. 1876' da taht değişikliğinde, bu vazifeden alınarak Matbuatı Ecnebiye müdürlüğüne verildi. Türk-Rus savaşı sırasında Osman Hamdi bey, bir gönüllü birliği kurulması için çalıştı. 1877' de Beyoğlu Altıncı Daire Belediye müdürü oldu. Daha sonra memuriyetten çekilerek resimle ilgilenmeye başladı.

19 Nisan 2015 Pazar

AHMET HAŞİM, ŞİİR VE BİYOGRAFİ

AHMET HAŞİM  (1884 - 1933)

Bağdat'ta doğmuştur. "Alûsizadeler"dendir. Küçük yaşta babasını kaybetti. İstanbul'a gelerek Galatasaray Sultanisi'ne girdi. İlk şiirlerini 1900 yılı sıralarında yayınlamaya başladı. Okulu bitirince, Reji idaresinde açılan memurluk imtihanını kazandı. İzmir'de fransızca öğretmenliği, İstanbul'da memurluk yaptıktan sonra Birinci Dünya Savaşı'nda "yedeksubay" olarak Çanakkale savaşlarına katıldı. Sonra, Düyunu Umumiye İdaresi'ne tercüman olarak girdi ve nihayet Güzel Sanatlar Akademisi'ne "Estetik" öğretmeni oldu. 1924-27 yıllarında iki kez Paris'e seyahat etti. 1932 yılında böbrek rahatsızlığını tedavi amacıyla Frankfurt'a gitti. Haziran 1933 de bu hastalıktan kurtulamayarak İstanbul- Kadıköy'deki evinde vefat etti.

Ahmet Haşim'in sağlığında bastırdığı iki şiir kitabı vardır: Göl Saatleri, Piyale
Fıkraları da iki kitapta toplanmıştır: Gurabahâne-i Lâklakan, Bize Göre
Frankfurt seyahatini anlattığı "Frankfurt Seyahatnâmesi" de hâtıra türündendir.
Vefatından hemen sonra şiirleri tek kitapta toplandı.

CUMHURİYET DEVRİNDE YETİŞEN ŞAİR-YAZARLAR

Milliyetçilik fikirleri, Cumhuriyet'in ilânından sonra birer birer tatbik alanına girince, atılan tohumlar filiz vermeye başladı ve bu fikirleri benimseyerek, arınmış bir dille yazan şairler, hikâyeciler, romancılar yetişti. Cumhuriyet devrinde yetişen şairler, daha önceki devirden kalan bağımsız bir sanatçı olan Ahmet Haşim'in (1884 - 1933)  etkisini de beraberinde getirdiler. 

Ahmet Haşim, kendine özgü eserler veren ve sembolist şair olarak tanınan bir sanatçıydı. Genç şairlerin renkli şiirler vermelerinde büyük rolü olmuştur. Faruk Nafiz Çamlıbel, Ahmet Kutsi Tecer, Kemalettin Kamu, Bedrettin Uşaklı, Necip Fâzıl Kısakürek bu kuşağın isimleri duyulan şairleridir. Cumhuriyet devri şiiri, daha sonra "sürrealist" denilen ilerici isimler de yetiştirmiştir: Orhan Veli Kanık, Oktay Rifat, Melih Cevdet Anday, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Cahit Sıtkı Tarancı ve Ziya Osman Saba

Cumhuriyet devrinin, bir önceki nesilden kalan hikâyecileri dışında yetiştirdiği en önemli hikâye yazarı Sait Faik'tir.

Tiyatro alanında eser verenler, daha ziyade önceki kuşak yazarları olmuştur. Ancak 1950 den sonra yetişenler, tiyatroya yeni bir hamle getirmişlerdir.

BEBEĞE YALANCI EMZİK VERMELİ Mİ

Ağlayan bebeği teskin etmek maksadıyla, yalancı emzik vermek doğru değildir. Çünkü çocuk belki kâfi gıda almıyor veya bir ıstırabı vardır da o yüzden ağlıyordur. Yalancı emzik, sadece çocuğun hakiki ihtiyacının bir müddet gizli kalmasına ve ertelenmesine yardımcı olabilir. Çoğunlukla çocuklar yalancı emziğe alıştıklarında onu bırakmak istemezler. Diğer yandan, yalancı emziği her zaman temiz tutmak kolay değildir. Sık sık yere düşer, koltuk-kanape altlarındaki toza, kire bulanır. Dolayısıyla emzik, bebeğin ağzına mikrop sokan bir araç olmaktadır.

Yalancı emziğin zararları yanında, geçici olarak ve itina ile kullanımında mahzur olmayan haller de vardır. Meselâ daima parmağını emmek isteyen çocuğa emzik verilirse, iyi olur. Zira ileride yalancı emzik alışkanlığını unutturmak için emziği vermemek mümkün olduğu halde, parmak emmesini unutturmak çok daha zordur. 


OSMAN ORAL, ESER VE BİYOGRAFİ

OSMAN ORAL   (1925 - 2012)

Güzel Sanatlar Akademisi'ni bitirdi. Öğretmen olarak çalıştı. Işık ve gölgeyi bir tarafa atarak, doğa biçimlerini ince konturlarla sınırlayan bir anlayışı benimsemiştir. Yöresel görünümleri üslûplaştırmaktadır. İnşacıdır.


Osman Oral - Karadeniz Ereğlisi'nden 46x26 cm

18 Nisan 2015 Cumartesi

AĞLAYAN BEBEĞE NE YAPMALI

Bu, ilk haftalarda, bilhassa ilk çocuğunuz ise; oldukça önemli bir sorudur. Birkaç aylık olduğu zaman, onun yollarını ve ağlama çeşitlerinin mânalarını siz de bileceksiniz. Şunu unutmayın ki, birkaç haftalık bebeğin ağlaması, nadir olarak mühim bir şeyin belirtisidir.

Çocuk aç mıdır? Yoksa hazımsızlığı mı var? Altı mı ıslak? İğne mi batıyor? Hasta mıdır? Şımarıyor mu?... gibi birçok soru akla gelebilir.

Genellikle çocuğun açlıktan ağlaması, diğer rahatsızlıklardan dolayı olan ağlamasından farklıdır. Bu farkı ilk zamanlar ayırt edemeyebilirsiniz. Çocuk birdenbire acıkmaz, yavaş yavaş açlığını gösterir. Emzik ile besleniyorsa, birkaç gün şişedeki mamasının hepsini bitirir ve daha fazlasını arar. Genellikle ağlamaları da mamadan az evveldir. Acıktıkça zamanla daha erken uyanmaya başlar. Eğer hakikaten acıkmış ise, mamasını on beş dakika önce vermekte mahzur yoktur. Fakat arka arkaya ve muntazaman erkenden ağlamaya başlıyorsa; daha fazla gıdaya ihtiyacı var demektir. İyice yedikten yarım veya bir saat sonra uyanıp ağlamaya başlıyorsa, bu onun aç olmayıp hazımsızlık çektiğini gösterir.

MİDE BULANTISI SEBEPLERİ

Beyindeki bulantı merkezinin uyarılmasıyla ortaya çıkan ve mide bölgesinde bir fenalık hissi içinde kendini gösteren bir hâldir. Ruhi sebeplerin yanında, devamlı kabızlık durumu, mikrobik hastalıklar, böbrek, kalp, beyin, sindirim sistemi hastalıkları, kulak iltihapları ve göz hastalıkları bulantıya sebep olurlar.

Gıdalara bağlı geçici bulantılar çok önemli değildirler. Mide ve bağırsakların düzelmesiyle kendiliğinden düzelirler. Diğer sebeplerle olan bulantılarda, esas hastalığın teşhisi şarttır.

Bulantının en çok rastlandığı bir durum da gebeliktir. Âdet görmeyen kadınlarda, yiyeceklere karşı bir isteksizlik ve bulantı görüldüğü vakit daima gebelik hatıra gelmelidir.

Esas tedavi; sebebinin bulunmasından sonra yapılan tedavidir. Genel olarak B-6 vitamini ve diğer bulantı ilâçları faydalı olabilirler.

BURUN KANAMALARI TEHLİKELİ Mİ

Burun kanaması, insanlarda sık rastlanan bir olaydır. Her zaman tehlikeli değildir. Bazı hastalıklar hariç, burun kanamasından ölen birinden bahsedilemez. Bazan da faydalı bir olaydır. Yüksek tansiyonlarda, burun kanaması ile tehlikeli bir an atlatılabilir. Burun kanaması sağlıklı insanlarda da görülebilir.

Bazı şahıslarda burun içi damarlar çok sathidir ve en ufak bir tahrişle kanarlar. Çoğu zaman burun kanamaları bir çarpmadan sonra olur. 

Bunların haricinde; kanında pıhtılaşma bozukluğu olanlarda, hemofili hastalarında ve burun kemiğinin kırılmasına bağlı kanamalarda tehlikeden bahsedilebilir.

Tedavisinde; tehlikeli olmayan burun kanamaları için, kanayan yere parmakla 3-5 dakika basmak, buruna soğuk su çekmek ve oksijenli suya batırılmış pamukla tampon yapmak kâfidir. Dinmeyen kanamalarda ise, diğer sebepleri düşünerek bir uzman hekime müracaat etmek gerekir.  

BRONŞİT VE BRONŞEKTAZİ HASTALIKLARI

BRONŞEKTAZİ

Bronş denilen akciğerin hava borularından bir kısmının genişliyerek elâstikiyetini kaybetmesine ve iltihaplanmasına verilen isimdir. Bronşektazi olan hastalar, sabahları bol miktarda balgam çıkarırlar ve nefes alma zorluklarından şikâyet ederler. Zaman zaman ateşlenen bu hastalarda müzmin bir akciğer iltihabı vardır. Zamanında teşhis ve tedavi edilmezse nefes darlıklarına, astıma, kalp bozukluklarına sebep olur.

Bu hastalar sigara içmemeli ve tozdan sakınmalıdırlar. Erken teşhis edilenlerde antibiyotikler ve balgam söktürücü ilâçlar çok zaman iyi netice verirler. Hastalığın ilerlediği zamanlarda bazan bir akciğer ameliyatına ihtiyaç duyulur.

BRONŞİT

Dünyada en çok rastlanan hastalıklardan biridir. İki şekli vardır: 1) Had bronşit 2) Müzmin bronşit.

BÖCEK SOKMASI TEHLİKELERİ

Böcek sokmalarına her mevsimde oldukça sık rastlanmaktadır. Isırılan yerin hafif kaşınıp kabarmasından, ölüme kadar sebep olan böcek sokmalarında daima âcil tedaviye ihtiyaç vardır. Böcekler soktukları yerde zehirleriyle alerjik olaylara sebep olurlar. Arı sokması, bazı kişilerde sonu ölümle dahi bitebilen şok meydana getirebilir. Akrep, yılan gbi hayvanlar da kanı zehirlerler ve zehirleriyle kırmızı kan hücrelerinin parçalanmasına ve hayati organlarda çalışma bozukluklarına neden olurlar.

Öldürücü olmayan böcek sokmalarının başında sivrisinekler gelir. Sıtma hastalığını bulaştırabilen sivrisinek, sağlık açısından ayrıca önem taşır. Bit, pire, tahtakurusu, çeçe sineği de çeşitli hastalıkların bulaşmasında rol oynarlar. Keneler ise iç kanama ve ateşle kendini gösteren "Kırım-Kongo" hastalığına sebep olabilirler. Bu hastalık erken tedavi yoluna girmezse ölümcüldür. Bütün keneler bu hastalığı taşımazlar. İşi şansa bırakmamak için bir kenenin derinize yapıştığını farkettiğinizde, ona müdahale etmeden en yakın sağlık ocağına müracaat şarttır. Keneyi çekip atsanız dahi iğneleri cilt altında kalabilir.


ATATÜRK'E GÖRE HZ. MUHAMMED'İN KOMUTANLIĞI

Atatürk, tarih kitapları okumaktan “büyük zevk” alırdı. Kendisine İslâm Tarihi’nin ilk devirlerini ve Hz. Muhammed’in hayatını ve savaşlarını anlatan bir “kitap taslağı” sunuldu. Taslağın, “hristiyan papazlar” tarafından yazılmış kaynaklara dayanılarak kaleme alındığı anlaşılıyordu.

Bir hafta sonraki toplantımızda, Atatürk, İsmet İnönü’ye dönerek:

“Hz Muhammed’i bana derviş gibi tanıttırma gayretine kapılan, bu gibi cahil adamlar, O’nun yüksek kişiliğini ve başarılarını asla kavrayamamışlardır. Anlamaktan da çok uzak görünüyorlar.”

“Bir derviş, Uhud Savaşı’nda, en büyük bir komutanın yapabileceği bir plânı nasıl düşünür ve uygulayabilir?” dedi.

17 Nisan 2015 Cuma

HİKMET ONAT, ESER VE BİYOGRAFİ

HİKMET ONAT   (1885 - 1977)

Heybeliada Deniz Harp Okulu'nu bitirdi (1903) . Bahriye'den ayrılarak Sanayi-i Nefise'yi bitirdi (1910) . Paris'e gönderildi (1910-14) . Cormon'un yanında çalıştı. Güzel Sanatlar Akademi'si öğretim kadrosuna alındı. Osmanlı Ressamlar Cemiyeti ve Güzel Sanatlar Birliği'nin kurucularındandır. Viyana ve Berlin'deki savaş resimleri sergisine katılmıştır. Çallı kuşağının Boğaziçi Manzaraları tutkusunu sürdürmüştür. Devlet Resim Ödülü aldı.

Hikmet Onat - Karpuzlu Natürmort  50,5x50,5 cm

16 Nisan 2015 Perşembe

REŞAT NURİ GÜNTEKİN, ROMAN VE BİYOGRAFİ

REŞAT NURİ GÜNTEKİN  (1889 - 1956)

İstanbul'da doğmuştur. İlk öğrenimini Çanakkale'de yaptı. Babası doktor olduğu için çocukken, kendisi maarifçi olduğu için de ömrü boyu Anadolu'yu karış karış dolaştı. İzmir'de Frere'ler Mektebi'nde (Fransız Lisesi) okudu.  İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'ni bitirdi. Muhtelif okullarda öğretmenlik, Milli Eğitim Bakanlığı'nda başmüfettişlik, Paris'te öğrenci müfettişliği görevlerinde bulundu. Çanakkale Milletvekili oldu (1939-43) . 

1918 yılından itibaren tiyatro eleştirmeleri yaparak yayın hayatına atıldı. Türk tiyatrosunun kurulmasında, telif eserleriyle büyük hizmeti dokundu. En tanınmış romanı olan "Çalıkuşu" bile, daha önce "İstanbul Kızı" adıyla piyes olarak yazılmıştı. Mahmut Yesari ve Refik Ahmet Nuri İle "Kelebek" adlı bir mizah dergisi çıkardı (1923-24) . Reşat Nuri Güntekin, son derece duygulu ve temiz bir dille hikâye, roman , tiyatro, hâtıra ve makale türlerinde eserler vermiş, pek çok da tercüme yapmıştır. Londra'da vefat etti. Naaş'ı İstanbul'a getirilmiştir. 

NAMIK İSMAİL (Sebük), ESER, BİYOGRAFİ

NAMIK İSMAİL  (1890 - 1935)

Sanayi-i Nefise'yi bitirdi. Paris'e gitti ve Ecole National Des Beaux Arts Decoratif ve Jullian Akademisi'nde çalıştı ve Cormon'un öğrencisi oldu (1912-14) . Kafkas cephesinde yedeksubay olarak çarpıştı. Burada yaptığı resimleri, Celâl Esad Arseven'le birlikte Berlin ve Viyana'da sergiledi (1917) . Sonra Berlin'de Liebermann ve Corynth ile birlikte çalıştı. Kendini Galatasaray sergilerinde tanıttı. Akademi'de öğretim üyeliği ve müdürlük yapmıştır. Renkçi ve doğa gözlemine dayanan notları, yer yer eserlerinde yansır. "Topçular, Süvari Hücumu, Tifüs"  gibi savaş kompozisyonları yanında, "Harman" ve "Peyzaj" resimleri vardır. Çallı kuşağı ressamıdır. "Mikelanj" adlı bir kitap da yazmıştır. 


Namık İsmail (Sebük) - Harman   96x81 cm

15 Nisan 2015 Çarşamba

HALİDE EDİP ADIVAR, ANILAR VE BİYOGRAFİ

HALİDE EDİP ADIVAR  (1884 - 1964)

Doktor Edip Bey'in kızıdır. Üsküdar Amerikan Kız Koleji'nde okumuştur. Rıza Tevfik'ten özel ders almıştır. Sonradan matematik öğretmeni Salih Zeki Bey'le evlenmiş, bir müddet sonra ayrılmıştır. Kız Öğretmen Okulu'nda, İstanbul Kız Lisesi'nde öğretmenlik, müfettişlik gibi görevlerde bulundu. Mütareke yıllarında üniversitede Batı Edebiyatı okutmuştur. Cemal Paşa'nın çağrısı üzerine Suriye'ye gidip kız okullarının kurulmasında yer aldı (1916) . Dr. Adnan Adıvar'la evlendi(1917) . Milli Mücadele sırasında da Anadolu'ya geçerek Mustafa Kemal'in yanında yer aldı. Onbaşı ve çavuş rütbeleri kazandı. 1923-38 arası  on beş yılı kocası doktor Adnan Adıvar'la Avrupa ve Amerika'da geçirdi. Döndükten sonra Edebiyat Fakültesi'ne, İngiliz Edebiyatı Profesörü oldu. Milletvekilliği yaptı. Kısa süren bir hastalıktan sonra vefat etti. Merkez Efendi mezarlığına gömüldü.


14 Nisan 2015 Salı

MUSTAFA NURİ PAŞA, ESER VE BİYOGRAFİ

MUSTAFA NURİ PAŞA

İş Bankası kolleksiyonunda bulunan eserin altında, bir  Mustafa Nuri Paşa imzası vardır ve tarihsizdir. Yapılan araştırmada, resimle ilgili olduğu dönemde iki Mustafa Nuri Paşa olduğu anlaşılmıştır. Bunlardan (1798 - 1878) arası yaşayanı; Şam, Vidin, Trablus, Bursa gibi yerlerde valiliklerde bulunmuş ve İstanbul ile az bağlantısı olmuştur.

Diğeri ise; (1824 - 1889) arası yaşamıştır ve Mabeyn başkâtipliğinde (1867) , Temyiz Mahkemesi Reisliği'nde ve Maarif Nazırlığı'nda bulunmuştur. Bu sebeple, İşbank kolleksiyonunda yer alan eserin, "Netayic-ül Vukuat" adlı bir kitabı olan Mustafa Nuri Paşa'nın olduğu düşünülebilir.

Mustafa Nuri Paşa - Galata Köprüsü  117x89 cm

13 Nisan 2015 Pazartesi

BÖBREK RAHATSIZLIKLARI

Bel kemiğinin iki tarafında bulunan ve karnın arkasına yerleşmiş olan böbrekler, vücudun önemli organlarındandır. En önemli görevi, kanı süzerek idrar yapmaktır. Bu suretle vücuttaki kan bütün zehirlerden temizlenir. Bir böbrekte, bir milyon üç yüz bin adet kadar "Nefron" denilen filtre vardır. Vücuttaki bütün kan, bir dakikada böbreklerden geçer. 

Organizmanın su ve tuzlarını sabit tutan böbrekler ayrıca; damar tansiyonunun ayarlanmasında ve kan yapımında da önemli rol oynarlar. Tansiyonun ayarlanmasında kullanılan "Renin" denilen bir madde çıkarırlar. Bunun için tansiyon yükselmesinde, böbreklerin de çok zaman büyük rolü vardır. Bazı insanlar doğuştan tek veya üç-dört böbrekli olurlar. Bu böbrek veya böbreklerden biri normal çalışırsa fazla tehlike yoktur. Bir insan, tek böbrekle rahat yaşayabilir.

BOĞULMALAR VE TEDAVİ

Akciğerlerin havasız kalmasıyla ortaya çıkan bir olaydır. Gırtlağın sıkılması, havasız bir yerde kalma, suda boğulma gibi çeşitli şekilleri vardır. Boğulmalara en çok deniz mevsiminde rastlanır. Su, akciğerlere girerek onları şişirir ve havayla oksijenin vücuda girmesine engel olur. Oksijensizlikten en çok müteessir olan organ, beyindir. Bu durumda, boğulan bir insanda ilk önce şuur kaybı olur ve bayılır. Bu süre 5-6 dakikayı geçerse; ölüm tehlikesi kendini gösterir. 

Boğulan bir insanda kan dolaşımı durduğundan renk solar, dudak, parmak uçları, burun morarır. Nefes alma durur, kalp atım sesi ve nabız alınmaz.

BOĞMACA HASTALIĞI VE TEDAVİ

Boğmaca virüsü ile bulaşan ve bilhassa rutubetli kış aylarında büyük salgınlar yapan bir hastalıktır. Ekseriyetle çocukluk çağında görülür. Büyüklerde de olur. Boğmaca hastalıklı kişiler, boğmaca geçirmemiş sağlam kişilere bu hastalığı kolayca geçirebilirler. Boğmaca geçiren kişi ömür boyu bağışıklık kazanır. Bir daha geçirmez.

Bu hastalık, havadan tükürük damlacıklarıyla bir metre mesafeden dahi bulaşabilir. Yaklaşık üç hafta süren hastalık; hafif ateş ile beraber boğulurcasına öksürük krizlerine sebep olur. Bu esnada akciğerler şiş ve ifrazat ile doludur. Diğer mikroplar da akciğere kolayca yerleşeceklerinden, bronşitlere ve diğer akciğer iltihaplarına sebep olurlar. Tehlike, boğmaca hastalığının kendisinde değil; sebep olduğu sonradan çıkan bu hastalıklardadır.

BİLİRUBİN YÜKSEKLİĞİ VE SARILIKLAR

Bilirubin, kırmızı kan hücrelerinin karaciğerde, kemik iliğinde ve dalakta parçalanmasıyla ortaya çıkan ve normal kanda 0,2 - 1,2 miligram/dl arasında bulunan bir boya (pigment) maddesidir. Bilirubin safra ile bağırsağa geçer ve bir kısmı oradan dışarı atılır. Atılmayan kısım, kan dolaşımına katılarak tekrar karaciğere gelir ve idrarla atılır.

Kanda bulunan bilirubin düzeyi 1,5 - 2 miligram/dl yi aştığında; deride ve gözakında sarımsı renk oluşur. Buna sarılık denir. Direk bilirubinin artması, safranın bağırsağa akışında bir engellenme olduğunda görülür. Meselâ safra yollarında taşa bağlı bir tıkanma varsa, bilirubin artar. Bilirubinin ikincil olarak yükselmesi ise kanla ilgili bozukluk süreçleri ve karaciğer hastalıklarına bağlıdır.

İdrarda normal olarak çok az miktarda direk, yani gliküronik aside bağlı bilirubin bulunur. Bu miktar 100 mililitre idrarda 0,02 miligram seviyesindedir. Bu oranda artış olursa; idrar yeşilimsi bir renge boyanır. Bu durum karaciğer hastalıklarında veya safra yollarının tıkanmasında görülür.

ZEKİ KOCAMEMİ, ESER, BİYOGRAFİ

ZEKİ KOCAMEMİ  (1902 - 1959)

Güzel Sanatlar Akademisi'ni bitirdi. Türk Ocağı tarafından Almanya'ya Münih'e gönderildi (1922) . Hoffmann'ın atölyesinde çalıştı (1922-27) . Önce Güzel Sanatlar Akademisi'nde görevlendirildi (1927) . Bir süre Trabzon Lisesi'nde öğretmenlik yaptı. Öğretmenlikten ayrıldı. Leopold Lévy'nin Akademi'ye getirilişi ile asistan olarak yeniden bu kuruma alındı (1936) . Öğretim üyesi ve atölye şefi olarak vefatına kadar burada çalıştı. "Müstakil Ressamlar Birliği"nin üyesi idi. İnşacı, hacimlere değer veren duygulu eserler yaptı. "Devlet Resim Ödülü" almıştır.

Zeki Kocamemi - Peyzaj     41,5 x 33 cm

12 Nisan 2015 Pazar

YAKUP KADRİ KARAOSMANOĞLU YAZILARI VE BİYOGRAFİ

YAKUP KADRİ KARAOSMANOĞLU (1889 - 1974)

Kahire'de doğmuştur. Hikâye ve romanlarıyla bu devrin en ünlü isimlerindendir. Yazarlık mesleği dışında, Dışişleri memurlukları ve milletvekilliği yapmıştır. "Fecr-i âti" topluluğu içinde bulundu. Servet-i Fünun, İkdam, Türk Yurdu, Resimli Kitap gibi dergi ve gazetelerde yazıları yayınlandı. Milli mücadeleye katıldı. Akşam ve İkdam gazetelerinde romanları tefrika edildi. Bazı arkadaşlarıyla "Kadro" dergisini yayınladı. "Ulus" gazetesinin başyazarlığını yaptı. Ankara'da vefat etti.

Yazılarında; değerler karmaşasını, nesiller arasındaki çatışmayı, Batılılaşmanın getirdiği yozlaşmayı ve aydın-köylü ilişkilerini inceledi. 

Romanları: Kiralık Konak, Yaban, Nurbaba, Hüküm Gecesi, Sodom ve Gomore, Bir Sürgün, Panorama, Hep O Şarkı, Ankara.
Hikâyeleri: Bir Serencam, Rahmet, Milli Savaş Hikâyeleri.
Hatıraları: Anamın Kitabı, Vatan Yolunda, Zoraki Diplomat, Politikada 45 Yıl

ATATÜRK'ÜN TECRÜBELERİ

Gazi Mustafa Kemal, yürüttüğü devlet işleri için muhakkak ki, “hukuk kitapları” okumuştur, fakat onların hiç birisini, “aynen” uygulama alanına “koymamıştır”.

Hatta birgün kendi anlattığından işittiğime göre; meşhur bir Türk hukukçusu kendisine : 

Bu uyguladığınız esaslar, hiçbir hukuk kitabında yoktur” diyor.

Mustafa Kemal’in cevabı şudur :

“Uygulanıp denenişler, kural ve prensip haline gelirler.”

“Ben yapayım, siz kitaba yazarsınız...”

                                                                        Prof. Dr. Afet İnan (*)

(*) (1907-1985) Atatürk’ün manevi evladı, tarih profesörü, atatürk’e ait kitapları vardır. 
Kaynak: kemal arıburnu, atatürk’ten anılar, işbank kült. yay. 1976 s.317

11 Nisan 2015 Cumartesi

BEYİN RAHATSIZLIKLARI

Beyin, vücudun en önemli organlarından biridir. Kafatasının içinde sağlam kemiklerle korunan beyin, iki yarım küre ile "soğancık" adı verilen bir sap kısmından ibarettir. Beynin etrafını bir sıvı tabakası ve bunun da üstünü üç tabaka halinde beyin zarları örter. Bu zarların iltihaplanmasına "Menenjit", beynin iltihaplanmasına da "Ensefalit" denir. 

Omurilik ile kuyruk sokumuna kadar devam eden beyin, bütün sinirlerin merkezidir. Ayrıca, irade ve düşünme kabiliyeti de beyne ait bir özelliktir. Bu özellik, daha çok beynin kabuk kısmında ve girinti-çıkıntılarında bulunmaktadır. Beynin daha derinliklerinde, soğancık kısmında kalp, solunum, yutma, çiğneme, tad alma, görme, işitme gibi merkezler bulunur.

Beyin, çok kan ve oksijen isteyen bir organdır. Kansızlığa en az tahammüllü olan beyin, kansız kaldığı zaman 5-6 dakikada ölür. Bu organ, büyük kapasitesi olmakla beraber yorulan bir organdır. Yorgunluğu, uyku ve uzun istirahatlerden sonra giderilir. Üzüntü, sıkıntı, beyni en çok yoran sebeplerdir. Beynin çabuk geçmeyen bu yorgunluklarına "Sürmenaj" adı verilir.


ÖMER SEYFETTİN, HİKÂYE VE BİYOGRAFİ

ÖMER SEYFETTİN  (1884 - 1920)

Gönen'de doğmuştur. Edirne Askeri Lisesi'nden sonra, İstanbul'da Harp Okulu'nu bitirdi. Jandarma teğmeni olarak, önce İzmir'de, üsteğmen rütbesiyle de Rumeli'de sınır bölüğünde çalıştı. 1910 yılından sonra askerlikten ayrılıp Selânik'te arkadaşlarıyla "Genç Kalemler" dergisini çıkarmaya başladı.

Balkan savaşı çıkınca, yeniden subay oldu. Yanya kuşatmasında Yunanlılara esir düştü. Bir yıl sonra İstanbul'a dönünce askerliği tekrar bıraktı. Kabataş Lisesi'nde edebiyat öğretmenliği ve hikâye yazarlığıyla geçimini sağladı. Şeker hastalığından İstanbul'da vefat etti. Önce Kuşdili'nde Mahmut Baba mezarlığına gömüldü, sonra Zincirlikuyu Asrî Mezarlığa nakledildi. Ömer Seyfettin Türkçeci ve milliyetçidir. Hikâye kitapları seri halinde basılmıştır.

Hikâyeleri: İlk Düşen Ak, Yüksek Ökçeler, Bomba, Gizli Mabet, Efruz Bey, Beyaz Lâle, Mahçupluk İmtihanı, Dalga