7 Nisan 2015 Salı

HÜSEYİN RAHMİ GÜRPINAR, ROMAN VE BİYOGRAFİ

HÜSEYİN RAHMİ GÜRPINAR  (1864 - 1944)

İstanbul'da doğdu. Mülkiye tahsilini hastalanarak yarım bıraktı. Ondan sonra özel tahsil gördü. 1908 de İkinci Meşrutiyet ilânına kadar kısa iki memurluktan başka, ömrünün sonuna kadar hiçbir resmi vazife kabul etmedi. Hayatını yazarlıkla kazandı. 

Kırktan fazla roman ve tercümesi vardır. Heybeli'de oturan Hüseyin Rahmi, şehre de pek seyrek inerdi. Öyleyken bilhassa roman ve hikâyelerinde kenar mahalle halkını, yani asıl büyük kalabalıkları bütün gerçekçiliğiyle canlandırmıştır. Ahmet Mithat Efendi'nin geleneğine bağlıydı, ama eserlerinde büyük bir mizah ustalığı görülür. İstanbul'da vefat etti.

Bazı ünlü romanları: İffet, Şık, Mürebbiye, Şıpsevdi, Metres, Tesadüf, Nimetşinas, Kuyruklu Yıldız Altında Bir Evlenme, Gulyabani, Hakka Sığındık, Efsuncu Baba, Muhabbet Tılsımı, Utanmaz Adam


HÜSEYİN RAHMİ GÜRPINAR'DAN ROMAN:

Kocasını Boşayan Hürmüz Hanım

Aile hakları kararnamesi yayınlandığı vakit kadınlar arasında epey yanlış anlaşmalar ve gürültüler olmuştu. "Doğuda kadın kafes içinde büyür. Yemliğinden yer, suluğundan içer, tüneğinde sallanır, söylediğini bilmez allı yeşilli bir çeşit papağandır" diyorlardı.

Onun hiçbir toplumda yeri, söz ve şikâyet hakkı, umumi eğlencelerden payı yoktu. Zavallılar kapanık, kasvetli, bahçesiz evlerinde sıkıldıkları vakit yakınlarındaki bostanlara, kokuşmuş birer çöplük olan deniz kenarlarına çıkarlar, taşlara, topraklara otururlar; en adi satıcıların kirli ellerinden aldıkları bayat yemişleri geveleyerek gevezelik ederler. Mutlaka evlerinde yarım bıraktıkları işleri, ateşte yemekleri vardır. Yaptıkları bu acınacak kısa gezintiler için de akşam, erkeklerinden türlü azarlar işitirler. Zaten kolları, bacakları arasındaki vrank vrrank boy boy çocuklardan hiçbir yerde rahat yüzü görmezler.

Filozof hanımlarımızdan biri şöyle demiş:

"Allah, Peygamber, kanun koyucuları hep erkeklerin koruyucusu...  Dâvacısı Kadı olana Tanrı yardım etmezse vay onun haline. Saçı uzun aklı kısa hükmüyle alnımıza birer ahmaklık damgası vurmuşlar, bu uğursuz etiketin altında insanlığımız unutulup gidiyor. Büyük üniversitelerimizde felsefe öğrenen hanımlarımız neyle uğraşıyorlar?  Örtünme meselesinin akla yakın ve insanca bir şekil alması tasasıyla bizi korumaya uğraşan genç yazarlara ufak bir teşekkür etmek için bile hiçbir kıyıdan, bucaktan sesleri çıkmıyor..."

*   *   *

Bir sabah Hürmüz Hanım, koltuğunda üç-dört gazeteyle komşusu Naciye Hanım'ın evine gitti. Kapıdan girer girmez:

"Müjde kardeş, müjde...  Şu hoyrat erkeklerin ellerinden artık kurtuluyoruz..."

"Hayrola Hanım, ne olmuş"

"Ne olacak... Hukukça erkeklerden üstün oluyoruz. Bundan sonra kocalarımızla sen sen, ben ben... Ah neydi o çektiklerimiz, illallah efendim..."

"Kim söyledi ? Yanlış bir şey olmasın?"

"Artık bunun yanlışı manlışı yok, gazete yazıyor."

"Oooh!, şükür Rabbime..  Bugünlere de yetiştik. Ah! Hürmüz kardeşçiğim, benimkinin içimde öyle hicranları var ki dağlara, kayalara anlatsam erir, tuzlan buz olur... Bugüne kadar sabır sabır (çenesini göstererek) artık işte buradan çıktı, hep yuttum. Yuttum, ama verem kılığına girdim..."

"Biraz daha sabret. Yakında onlardan tekmil hınçlarımızı çıkarırız. Birisine okutup da içindekileri anlamasın diye bizim efendi bu gazeteleri benden bucak bucak sakladı. Sebebini sordum: -Artık kadın, erkek hukukça bir oluyorlar. Bakalım bundan sonra sizinle nasıl başa çıkacağız- dedi"

"Ooovvhh, ağzını öpeyim Hürmüzcüğüm... Ama ben okuma bilmem, sen bilmezsin... Gazetedekileri nasıl anlayacağız?"

"Beslemeyi gönder!, gümrükçünün Şekûre'yi çağırt!. Karı gazeteyi saldır suldur, erkek gibi okur. Hem yanına okuma-yazma bilen bir-iki kadın daha alsın da gelsin. Bizim evde bugün büyük bir meclis var, de..."

*   *   *

Yirmi dakika sonra Hürmüz Hanım'ın alt katta, bahçe üzerindeki odası, söylediğini bilir-bilmez hanımlarla doldu. Gazeteler ortaya kondu. Kadınların erkek boyunduruğundan kurtuluş müjdesi verilince, bir kıyamettir koptu. Kocasından hoşnut olanı yoktu. Bütün ağızlar şikâyetle açıldı. Her kadın, dili döndüğü kadar birer yangınlıkla şimdiye kadar çektiklerini anlatıyor, hepsini söylüyor, hiçbirini dinlemiyordu. Erkeklere karşı bu toplantı, gürültüsüyle tanınmış kadınlar hamamına döndü.

Okuma bilen hanımlar gazeteleri dikkatlice süzdüler. Anlayamadıkları bazı hukuk deyimlerini zekâlarıyla tamamladılar. Kendilerince en önemli konular hakkında gönüllerine göre çıkardıkları mânâlar şunlardı:

  • Bundan sonra boşama hakkının kadınlara da verilmiş olması...
  • Kocanın, evinde, ergen olmayan küçük çocuğundan başka hiçbir akrabasını karısının izni olmadan barındıramaması...
  • Üzerine evlenmemek, evlendiği takdirde kendisi veya ikinci kadın boş düşmek şartıyla bir kadın almanın doğru ve bu şartın geçerli olması...
Ve daha bunlara benzer maddeler... Okuyan hanımlardan biri, okuması-yazması olmayan kadın arkadaşlarına bu maddeleri şöyle açıkladı:

"Bundan sonra boşamak hakkı kadınlara da verildi. Efendilerini istemeyenler, bırakabileceklerdir..."

Hanımlar arasında bir sevinç tufanı koptu. Bir takımları kocalarını boşamak için nikâhlarını hesaplıyorlardı. Kimi, bu akşamdan tezi yok diyor, kimi: "Bu genç yaşımda pinpon herifle gözüm gönlüm karardı. Şimdi bir sırma bıyıklısına varayım da o bunak da görsün!" gibi sözlerle pek çabuk öç almaya kalkışıyorlardı.

Kadının biri okuyan hanıma bağırdı:

"Kardeş, biz o kadar bilgece sözlerden birşey anlamayız. Ötekilerini de bize açık Türkçe'yle tane tane anlat!.."

"Efendim, kocanız,  sizden olmayan, daha akı karayı seçemez pek küçük çocuğundan başka akrabasından hiç kimseyi getirip sizinle oturtamayacak."

Gene kadınlar arasında bir sevinç alkışı patladı.

"Ah! ne iyi..."

Diye haykırışarak el çırpıyorlardı. Özenle sabah tuvaleti yapmış, çatık kaşlı genç hanımın biri ayağa kalkarak:

"Şimdi, eve gider gitmez, kaynanamla görümcemi kovarım. Bana ne yeni gelinliğimi bildirdiler, ne evliliğimi... Gece gündüz dırdır dırdır... Vara söylenirler, yoğa söylenirler... Ellerinden yandım artık..."

Daha o oturmadan zayıfca şaşı bir hanım yerinden fırladı:

"Bu akşamdan tezi yok, üvey oğluma kapıyı açmam. O soysuz musibet beni babasına fitleye fitleye hayatımı bir avuç ağuya çevirdi."

Kınalı saçlı kocakarının biri ıkına sıkına biraz diklenerek:

"Hep genç karılara mı hürriyet verildi? Yaşlı kadınların, kaynanaların haklarını korumak için gazete bir şey yazmıyor mu?.. Evlâdı doğur, büyüt, yetiştir, eli ekmek tutar tutmaz eve gelin adıyla bir dilezer karı getir... Karga gibi gözünü oysun... Bir de âhir vaktinde seni evden kovsunlar. Sokak ortalarında kal."

Üç-dört taze birden ayağa fırlayarak:

"A büyük Hanım, sus... Burada da mı kaynanalık?"

"Kaynanalık besbelli... İyi ki gelinimi beraber getirmedim. Zaten pozlarından geçilmiyor. Burnu kaf dağında. Bu sözleri işitirse bütün bütün şımarır. Oğlum onun ağzına bakar. Ne derse emriküm. Bu yaştan sonra bizi sokaklara mı attıracaksınız? Bu ne rezalet! Böyle kanunları kim uydurmuş? Vallahi Şeyhislâm kapısına gider, bir arşın kâğıdın üstünü altını doldurur da öyle arzıhal veririm."

Gürültü büyüdü. Bütün genç hanımlar sinirlendi. Kaynanaya saldırı arttı. Büyük hanımın iddiasını destekleyen başka kaynanalar çıktı. Odanın içi bir ihtilâl komitesi gürültüsüyle doldu. Karşısındakini yaralamak için toplu iğneye davrananlar bile oldu. Bu küçük olay, gelecekte kadın milletvekillerinden kurulacak Millet Meclisi'nin alacağı hale güzel bir örnekti.

*   *   *

Asıl kızılca kıyamet, hanımlar evlerine döndükten sonra zavallı kocaların başına koptu. O hafta mahallede tam sekiz hanım, kocalarını boşadılar. Bu boşanmalardan işte bir örnek:

O akşam Hürmüz Hanım'ın efendisi eve biraz geç gelmişti. Hanım bir karış suratla karşısına çıkarak:

"Efendi, efendi... Artık haddini vazifeni bil... Eski camlar bardak oldu. Herkesin kocası gibi evine vaktinde gel. Sonra ağzımdan kötü bir lâkırdı çıkar, karışmam ha..."

Zavallı adam şaşırarak:

"Ne var, Ne oldu hanım? Eve adımımı atar atmaz böyle üst perdeden çıkışmak ne demek?"

"Ne demek olduğunu çok sürmez anlarsın."

"Lâhavle..."

"Lâhavle'nin boncuğu ha..."

"Çıldırdın mı kadın?"

"Aklım Allah'a emanet. Neye çıldırayım? Sanki sen benden gazeteleri bucak bucak sakladın da işin ne olduğunu ben anlamadım mı?"

"Ne olmuş?"

"Bundan sonra kadınlar kocalarını boşayacaklarmış. Yeni kanun yapılmış"

Efendi gülümseyerek:

"Evet... Yazık ki öyle..."

"Öyleyse artık ayağını tetik al efendi..."

"O, dirliksiz karı-kocalar için. Ufak tefek kusurlarım olsa da sen beni boşar mısın hiç karıcığım?"

"Ey, kim bilir? Bir öfkeme rastlarsa..."

"Allah göstermesin."

"Öyle büyük söyleme efendi..."

O günden sonra efendinin en ufak bir kusurunda, unutkanlığında Hanım:

"Behey adam, beni günaha sokma. Şimdi iraden elinde olsun deyiveririm..." nakaratını tespih gibi dilinden düşürmüyor, zavallı adam bütün bu taşkınlıklara sabırla, sessizlikle karşılık veriyordu.

Efendi sabırlı oldukça, hanımın saldırganlığı azarları büyüdü. Nihayet bir gün, ültimatom şeklinde birtakım istekler öne sürerek:

"Bu yaz için beyaz ve ruganlı iki iskarpinle bir glase botin, kumaşlarını, biçimlerini kendim seçmek üzere biri hafif öteki ağır iki 'cache-poussiére...' Şamlı'ya çarşaflık için pahalı taftalar gelmiş. Onlardan da iki çarşaflık..."

"Sen evveli böyle şeyler bilmezdin, nereden öğrendin?"

"Komşumuz noterin hanımından. Onun kocasına ısmarladığı şeyleri birer birer ezberledim. Ben de senden istiyorum"

"Hanımcığım, o koskoca bir noter, ben iki bin kuruşluk bir büro şefiyim.  Böyle zamanda sana bunları tedarik etmeye param yeter mi?"

"Yetip yetmeyeceğini bilmem. Ben isterim."

"Allah bana, ben de sana"

"Şimdi kesinkes cevap ver. Yapmayacak mısın?"

"Gücüm yetmeyeceği bir şeyi nasıl yaparım?"

"Sen yapmazsan, bana onları yapacak bulunur."

Efendi birden kızarak:

"O ne çirkin sözler? Terbiyesiz. Çekil karşımdan!..."

Hürmüz Hanım, ansızın sinirli bir taşkınlıkla pencereyi açarak mahalleliye karşı, olanca avazıyla:

"Komşular... İşitiniz... Şahit olunuz... Ben Efendiyi 'talâk-ı selâse' (üç kere boşama) ile bıraktım."

Efendi, öfkeli bir alayla karısını yakasından odaya çekerek:

"Çekil oradan... Elâlemi kendine güldürme..."

"Git karşımdan, Ne karışıyorsun? Ben seni boşadım."

Efendinin kızgınlığı birden acımaya dönerek karısının yüzünü okşaya okşaya:

"Sen beni boşadınsa, ben seni boşamadım karıcığım."

"Ya o yeni kanun?"

"Onu sana yanlış anlatmışlar..."

"Eyvaah!..."

"Boşama hakkı kadınlara verilse, pek çabuk her ailenin altı üstüne gelir. Allah'ın emri, Peygamber'in sözündeki sebebi şimdi anladın mı?" Ben bırakmak için evlenmedim. Durup durup da karı boşayan erkekler de ahlâk yapısı sizin gibi zayıf, illetli acınacak zavallılardır. Sinirlerini yatıştır da haydi evinin işine bak!..."