30 Eylül 2015 Çarşamba

HİNDİSTAN ÇOK DİLLİ VE DİNLİ

İndira Gandhi
HİNDİSTAN'DA, on altı farklı dil ve on ayrı din vardır. Milâttan önce 15. yy'da Arî toplulukların getirdiği din "veda" dır. Veda: Tanrılar'ın bilge kişilere esinlediği sanskritçe yazılmış bilgilerdir. Arîler, Hindistan'ın İndus Uygarlığı'ndan (mö:2500-1500) sonra ikinci büyük tarihini açarlar. Bunlar Tacikistan'dan gelen Hint-Avrupa halkıdır. Dilleri sanskritçedir. Toplumsal hiyerarşileri vardır. Arîler, yarı göçebe çoban olarak kabile yaşamlarını İndus Havzası'na ve özellikle Pencab'a yayarlar.

Hinduizm'in temel kurallarına göre; evrenin düzenine (Dharma) saygı gerekir. Her varlığın ruhu, bir bedenden diğerine geçer ve bu geçiş her biçimde (hayvan şeklinde dahi) olabilir.

29 Eylül 2015 Salı

EĞLENDİRMEK İÇİN ÖLMEK

Roma Kolezyumu
ROMA arenasında, gösteri seyretmeye gelenler şu düzene göre yeralırdı. İlk iç daireye "senatörler", ikinci daireye "iş adamları", üçüncü daireye "halk" otururdu. İş adamları ekseriyetle senatörlerin tanıdık ve akrabaları olurdu; ticaretleri engellenmesin diye senatörlerle yan yana görünmek istemezler, beraber oturmazlardı.

Gladyatörler, imparatorun köleleri ve savaş esirlerinden olurdu. Vazifeleri, eğlence uğruna ölmekti. İyi döğüşerek ayakta kalabilen gladyatörler zaman sonra azad (serbest kalma) edilirdi. Bu şekilde yüz yıl kadar kullanıldı.
Arenanın yapımı Flaviuslar Hanedanlığı dönemindedir (69-96).

İnşaat, Vespasianus döneminde (69-79) başlar, Titus döneminde (79-81) büyük ölçüde tamamlanır. Domitianus döneminde (81-96) birtakım ilâveler yapılır. Roma kolezyumu,  ilerki yıllarda ticari, dini  maksatlar ve öldürme amaçlı olmayan gösteriler için de kullanıldı. Bugünkü stadyumlara örnek teşkil etmiştir.

28 Eylül 2015 Pazartesi

ARSLANIN MECBURİ JESTİ

Arslan
ARSLAN, sırtlan ile asla anlaşamaz, çünkü sırtlan, tıpkı akbaba gibi "hazır ava" musallat olur. Arslan çevresini saran sırtlanların avını çalmaması için mücadeleye girer, onları kaçırtmaya çalışır hâttâ yakaladığını da öldürür.

Sırtlan
Dişi arslan hamile olduğunda; yavruları zarar görmesin diye, avı için sırtlanlarla kavga edip mücadeleye girmez. Tam tersine; yakaladığı avı sırtlanlarla paylaştığı gibi, daha ileri giderek avı onlara hediye bile eder. Annenin, yavrularının selâmeti için katlandığı bu fedakârlık şaşırtıcıdır. Üreme duygusu, tabiatın en güçlü dürtüsü olarak zaman zaman beslenmenin dahi önüne geçebilmektedir.

27 Eylül 2015 Pazar

DARWİN, EVRİM VE YARATILIŞ

CHARLES Darwin, 1809 yılında İngiltere'de, durumu iyi olan bir ailenin çocuğu olarak doğdu. Babası hekimdi. 16 yaşındayken tıp eğitimi görmesi için Edinburg Üniversitesi'ne gönderildi. Bu konu ilgisini çekmeyince; babası rahip olması için Cambridge Üniversitesi'ne gönderdi. Yakınlarının da etkisiyle dindar kişi oldu.

Darwin doğa tarihini seviyor, bol bol koleksiyon yapıyordu. Kraliyet gemisiyle 1831-36 arası beş yıl süren Güney Amerika kıyıları gezisine çıktı. Yaşayan her tür hayvan ve fosil iskeletleri dahil 4 bine yakın farklı örnek topladı. 13 tip ispinoz kuşu inceledi. Türler farklı adalarda

26 Eylül 2015 Cumartesi

FREUD'UN HZ. MUSA YORUMU

SİGMUND Freud (1856 - 1939), Viyana'da doğdu, Yahudi asıllıdır. Önceleri meslek seçmede zorlandı. Son olarak tıpta karar kıldı. Fizyoloji laboratuarında, psikiyatri kliniğinde ve sonra da nörolog olarak çalıştı. Freud'u kesin olarak psikolojik konularla ilgilendirmeye iten Viyana'lı hekim ve düşünür Josef Breuer oldu.

Freud, psikanaliz ile ilgili çeşitli kitaplar yazdı. 1939 yılında yazdığı "Musa ve Monoteizm (Tektanrıcılık)" kitabında; Hazreti Musa'nın Mısırlı bir yönetici olduğunu, Yahudi halkına, Firavn 4. Amenofis'in tektanrıcı dinini tanıttığını ifade etmiştir. "Hz. Musa'nın öldürülmesinden sonra, ortaya çıkan suçluluk duygusu, Yahudileri sağlam bir şekilde tektanrıcılıkta birleştirdi" demiştir.

Freud ayrıca; "İlkel toplumlarda babalar, erkek çocuklar tarafından öldürülürdü. Bu da onlarda suçluluk duygusu geliştirdi. Aynı şey kendi başlarına gelmesin diye yaşam kuralları ve tabular oluşturdular" diye yazmıştır.

Sigmund Freud Avusturya Yahudisi olup, dört kızkardeşi Alman Nasyonal Sosyalizm'i tarafından toplama kampına gönderilmiştir.

25 Eylül 2015 Cuma

FUZULİ, DÜNYEVİ AŞK ŞAİRİ

MEHMET Bin Süleyman, FUZULİ adıyla tanınır. 1480-1495 yılları arası Kerbelâ doğdu. 1556 (?) da aynı yerde vefat etti. Şii bir şairdir. Şah İsmail ve II. Beyazıt döneminde; Şah İsmail'in yanında yer aldı. Necef'te Hazreti Ali türbesinde hizmetli olarak maaş aldı. Sonra bu maaş kesildi. Şii olduğu için Osmanlılar'dan ilgi ve itibar göremedi ve parasızlık çekti. Hayatı boyunca; ün kazanmak, yükselmek ve padişahların lûtfuna ermek için çaba gösterdi. Kendisine az da olsa bir maaş bağlandı.

Fuzuli, şiirlerine tasavvufi motifler koysa da, "tasavvuf şairi" olamamıştır. Motifleri, dönemiyle ters düşmemek amacıyla kullandı. Dünyevi bir aşk şâiridir. "Sakiname" adlı eserinde: "Meyhane, dünya dertlerinden kurtulmak için en iyi yerdir. Meyhaneci olgun insandır." der ve burada yedi gün şarap içer, gönlünü şevkle doldurur, ilâhi aşka kavuşur.

24 Eylül 2015 Perşembe

GANDHİ İLE BURUK BAĞIMSIZLIK

MOHANDAS Karamçand Gandhi, Mahatma (Yüce ruhlu) diye de anılır. (Gandhi; bakkal demektir). Hindistan'ın milli ve dini lideri; vatansever düşünürdür. 1869' da Porbandar'da doğdu. Varlıklı ve kültürlü bir ailenin oğluydu. Ahmedâbâd Üniversitesi'nde okudu. İngiltere-Londra'da hukuk eğitimi almış, Londra barosuna kayıtlı avukattır. Bombay'da avukatlık yaptı.

İngiliz sömürgesi Güney Afrika'da çalışan sözleşmeli Hintliler'in haklarını savunmak için oraya giderken; trenden indirilmesini hazmedemedi ve bu tutuma isyan etti.

23 Eylül 2015 Çarşamba

ENDÜLÜS ŞAHESERİ ELHAMRA

İSPANYA Granada'da (Gırnata), inşaatı Nasrîler döneminde Muhammed İbn-ül Ahmer (1238-1273) tarafından başlatılmış olan kale-saray; müslümanlar tarafından yapılan, işçilik, zerafet ve haşmetiyle dünyada İslâmın başyapıtıdır.

Elhamra; kale, saray ve köşklerden meydana gelen bir külliyedir

22 Eylül 2015 Salı

GAZALİ'YE GÖRE, İYİ VE KÖTÜ

ASIL adı; Ebu Hamid bin Muhammed et Tusi el Gazzalî'dir. Kısaca GAZALÎ olarak bilinir. 1058 yılında İran'ın Tus şehrinde doğdu. İslâm fıkıh ve kelâm bilginidir. Öğrenimini Cürcan ve Nişabur'da yaptı. Bağdat'taki Nizamiye Medresesi'nde ders verdi. 1095' de buradaki vazifesinden ayrılarak inzivaya çekildi.

Gazalî, tasavvuf öğretisini Sünnî gelenekle bütünleştirmeye çalıştı. Tus'daki evinin çevresine bir medrese yaptırarak çok sayıda öğrenci yetiştirdi, eser yazdı. 1111 yılında (53 yaşında) doğduğu şehirde vefat etti.

Gazalî, geleneksel İslâm'a yeni düşünceler katmaya gayret etmiş; ters görüşlerden ayıklamaya çalışmıştır.

"Bir düşünceyi, Hristiyan söyledi diye red; Müslüman söyledi diye kabul etmek gerekmez" dedi

"Yergi-övgü, korku-ümit, evlilik-bekârlık, zenginlik-yoksulluk, harcama-tutumluluk, inziva-kaynaşma gibi karşıt tutumlar; ne iyi, ne de kötüdür. Bunları iyi veya kötü kılan, arkalarında beslenen niyet ve iradedir." demiştir.

21 Eylül 2015 Pazartesi

PROF. GALİLEİ'YE DERS YASAĞI

GALİLEO Galilei, (1564 - 1642) İtalya-Pisa doğumlu. Matematik profesörüdür. Astronomi ve fizik konularıyla da ilgilendi. Gemicilere satmak amacıyla dürbün yaptı, fakat kâfi ilgi görmedi. O da dürbünle göğü incelemeye başladı. Dünyanın hareket halinde olduğunu ve kâinatın merkezinin dünya değil, güneş olduğunu tekrarlayarak Kopernik'in fikirlerini benimsedi. Zaman zaman kiliseyle ters düştü. (1600' da Bruno, Kopernik'e inandığı için yakılarak öldürülmüştü.)

Galileo'nun Dürbünü
Galileo, dinamiğin kurucusudur. Zaman belirlemede, sarkacın salınımlarının kullanılabileceğini öne sürdü, cisimlerin düşme kanunlarını buldu. Boşluğa atılan bir merminin parabolik bir yörünge çizdiğini keşfetti. Eylemsizlik ilkesini ve hızların birleşmesi kanununu açıkladı. Ses ve müziğin frekans (titreşim) ile bağlantılı olduğunu belirtti. Sıvılı termometre, hidrostatik terazi icad etti. 1612' ye doğru ilk mikroskobu bulduğu da sanılmaktadır.

Kendi yaptığı dürbünle göğü inceledi (1609). Ay, güneş, venüs, jupiter, satürn gibi gök cisimlerini ve hareketlerini incelemeye başladı. İncelemeleriyle Kopernik'i doğrulamış oluyordu. Kendisi Papalık'a şikâyet edildi. Ders vermesi yasaklandı.

Galileo 69 yaşındayken (1633) Engizisyon mahkemesince, fikirlerini değiştirmeye zorlandı ve Floransa-Arcetri'de mecburi ikâmete mahkûm edildi. Son yılları sıkıntı içinde geçti. 1634' de kızlarından birini kaybetti, iki yıl sonra kör oldu.

Galileo Galilei Engizisyon Mahkemesinde

20 Eylül 2015 Pazar

CANLIDA MÜTASYONLA UYUM

Aynı bitkide, mütasyonla
oluşan farklı yaprak şekilleri
MÜTASYON, canlının genetik yapısında olan değişimlerdir. Bunlar nadiren, ani ve kendiliğinden olur. Doğal olan bu mütasyonlar; genetiğin evrimi ve yeni türlerin çıkışı bakımından temel etkendir. Mütasyon sürekli bir değişme değildir. Aniden ortaya çıkar çıkmaz yapıda bir değişikliğe yol açar ve kalıtsal olarak bünyede yerleşir. Oluşan bu son değişiklik nesilden nesile aktarılır.

Bitki ve hayvan türlerinde mütasyon daha sık olur. Canlının deri renginden kemik yapısına, göz rengine kadar tüm anatomisinde mütasyon mümkündür. Meselâ; soğuk iklimlerde avlanmaya çalışan kahverengi ayının post rengi böyle bir mutasyon neticesi beyaza dönmüştür. İklim iyice soğuyarak deniz buzla kaplanmadan önce foklarla beslenebilen kahverengi ayı, çevre buz beyazı rengini alınca

19 Eylül 2015 Cumartesi

HANYA'YI KONYA'YI ANLAMAK

HANYA, Girit Adası'nın kuzey kıyısında, Hanya Körfezi'nin doğu köşesinde yer alan küçük bir şehir. Antik "Kydonia" şehrinin kalıntıları üzerine kurulmuştur. Geçmişi; milâttan önce 2000' de Kral Minos ile hatırlanır. Milâttan önce 1300' e ait bir lahit freskinde; Ayatriada Tapınağında, tanrılar onuruna akıtılan şarap, zeytinyağı ve törendeki rahiplerin boğanın kanını akıtması sahnelenmiştir.

Şehir 1645' de Osmanlılar tarafından alındı. 1913 Bükreş anlaşmasıyla Yunanistan'a bırakıldı. Adanın önemli bir ihraç limanıdır.

Şehrin adı, Türk Diline; "Hanya'yı Konya'yı anlamak" veya "Hanya'yı Konya'yı göstermek" gibi halen sık kullanılan bir deyim ile geçmiştir.

Minos Sanatı

18 Eylül 2015 Cuma

GOETHE İSLÂM'A HAYRANDI

JOHANN Wolfgang Won Goethe (1749 - 1832)  Alman yazardır. Francfort-sur-le-Main' de doğdu. 23 yaşında hukukçu oldu. Çeşitli aşklar yaşadı. Ancak 57 yaşında nikâhlandığı eşinden çok önceleri beş çocuğu oldu. Çocuklarından sadece biri yaşadı.

Goethe, bütün klâsik sanat türlerinde eserler verdi.  Roman, şiir, tiyatro, hâtıra yazdı, edebi gazetecilik yaptı, hâttâ bilimsel çalışmalarla bile ilgilendi. Usta bir yazardır. Devlet Bakanlığı, tiyatro ve kütüphane müdürlükleri yaptı. İtalya'da bulundu.

Dünya edebiyatının en büyük yazarlarından biri ve öncü bir filozof olan Goethe, dehasıyla; Alman ve Avrupa Edebiyatı üzerinde derin bir etki bıraktı. "Faust" adlı eseri dünya klâsikleri arasındadır. Goethe bu eserini uzun yıllarda tamamladı. Eseri ölümünden sonra açıklandı. Eserde ruhunu önce şeytana satan, daha sonra doğru yolu bulan kişiden bahsedilir.

Goethe, İslâmiyet'le de yakînen ilgilendi. Kur'ânı Kerim'i, Almanca tercümesinden okudu  İslâm'a ve Kur'ân'a duyduğu hayranlığı ifade etti. 83 yaşında Weimar'da öldü.

17 Eylül 2015 Perşembe

TARİHTE GÖKTÜRK DEVLETİ

Göktürk Devleti 
GÖKTÜRKLER veya "Köktürkler", 552 ila 745 yılları arasında Orta Asya'da egemen olan bir devlettir. Bumin Kağan tarafından kuruldu. Kendilerine "Türk" veya "Türük" diyen konfederasyon devletiydi. Ural dağları'ndan Kore'ye, altta Keşmir ve Tibet'e uzanıyordu.
Mezartaşı

716' da Göktürkler'in başına İlteriş Kağan'ın oğlu Bilge Kağan geçti. 734'e kadar iktidarda kalan Bilge Kağan, bütün askeri yetkilerini Kültigin'e bıraktı; ünlü vezir Tonyokuk'u kendisine başdanışman atadı. Göktürk Ülkesi'ni iktisadi açıdan kalkındıran Bilge Kağan, Türk dilinin en eski örneklerinden Orhun Kitâbeleri'ni diktirdi.

Kültigin Kağan
Bilge Kağan'ın ölümünden sonra yerine geçen hükümdarlar döneminde Göktürkler dağıldı. Basmıllar, Karluklar ve Uygurlar birleşerek 745 yılında Göktürk Kağanlığı Devleti'ne son verdiler. Göktürkler, Orhun ve Yenisey yazıtlarını bırakmışlardır.



Bilge Kağan Yazıtı (Doğu Yüzü)

16 Eylül 2015 Çarşamba

UZAY-MADDE-ENERJİ

MADDE, çevresindeki uzayı eğip bükmektedir. Uzay, içinde bulunan maddenin varlığına duyarsız değildir. Maddenin kütlesi (ağırlığı) büyüdükçe; uzayı daha fazla eğip-büker. Dünya, aydan daha ağır olduğu için, uzayı bükme kabiliyeti ve kütle çekim kuvveti de aydan daha fazladırJupiter gezegeninin kütlesi çok büyük (dünyanın 318 katı) olduğu için oluşturduğu çekim gücüyle dünyaya ulaşabilecek birçok göktaşını üzerine çekmektedir.

Enerji değişimi = Kütle değişimi x Işık hızının karesi (9 x 1016) formülüne göre; kütledeki küçük değişimler, çok büyük enerji değişimlerine sebep olur.

İki atomun çekirdeği uygun şartlarda bir araya gelince; toplam kütle, meselâ; 1 + 1 = 2  olmaz. Mutlaka 2' den az olur (1,99996 gibi). Aradaki fark 1/5000 kadar az olsa da, bu fark (9 x 1016) sayısıyla çarpıldığında, çok büyük enerji değeri ortaya çıkar. Füzyon denilen bu olayda; düşük kütleli hidrojen atomlarının birleşerek, daha ağır kütleli atomlara (örn; helyuma) dönüşme sürecinde kütle hatası (kütle değişimi) denilen bir enerji açığa çıkar. Bu enerji ısı ve ışık yoluyla dış ortama dağılır. Tıpkı güneşte olduğu gibi. Açığa çıkan enerji;  watt-saniye (jul) veya kilowatt-saat (3,6 x 106 jul) olarak belirtilebilir.

15 Eylül 2015 Salı

DÜNYAYA DÜŞEN TAŞLAR (video)

DÜNYA atmosferine düşen bir meteor, fiziki yapısına göre irili ufaklı parçalara ayrılarak yanar. Atmoferin böyle bir koruma özelliği olmasaydı; dünya her boydaki meteoritlerle delik deşik olur ve hayat olmazdı. Düşecek parçanın iç yapısı çok önem taşır. Sünger yapısında ise parçalanıp dağılma ihtimâli vardır. Yüksek yoğunluklu metalik-yekpare yapıda olursa; parçalanmaz ve düştüğü yere büyük zarar verir. Meteorun ebatı ise çok daha önemlidir. 100 metre büyüklükteki bir göktaşı, parçalanmadan dünyaya düşerse, çok büyük zararlar verdiği gibi iklim değişikliğine dahi yol açabilir. Bu büyüklükte göktaşları bin yılda bir dünyaya düşmektedir. 10-15 metre büyüklükte olanları ise on yılda bir düşer. Çok daha ufakları ise hemen her zaman düşmekte ve yanarak dağılmaktalar.

2009 yılında Sudan'ın kuzeyine bir göktaşının düşeceği bilgisi gelir. Yaklaşık yirmi saat kadar önce; göktaşının bir kamyon büyüklüğünde olduğu ve sabaha karşı saat 5.46' da çöle düşeceği hesaplanır. Meteor parçalanmazsa; çölde büyük bir krater açacak büyüklüktedir.

14 Eylül 2015 Pazartesi

GÜNEŞE KAÇ DÜNYA SIĞAR

Dünyaya en yakın yıldız güneş
GÜNEŞİN tahmini olarak 5 milyar yıl kadar ömrü olduğu varsayılır. Bu ömrü belirleyen; hidrojen yakıtının bitmesidir. Güneşin içinde % 74 kadar hidrojen mevcuttur. Yani; yakıt deposunun yarıdan fazlası doludur denilebilir

Güneşteki atom patlamaları hep merkezde olur. Patlamayla oluşan dalgalar dışa doğru yayılır. Merkezde sıkışan gaz, suya göre 160 kat daha yoğundur. Güneşin kısmı 15 milyon derece, dış kısmı ise, 5500 derecedir. Yani bu ateş korunun içi, dışından 2700 kat daha sıcaktır.

Güneş, oluşan reaksiyonlarla bir saniyede, 380 trilyon kere trilyon Watt enerjiyi, ışımayla, püskürmelerle, fırtınalarla uzaya yayar. Yayılan bu enerjinin yaklaşık, milyarda  0,45 'i (milyarda yarımdan azı) dünyamıza ulaşır. Bu enerji, hayatın devamı için kâfidir. Kalanı ise uzayın derinliklerinde kaybolur gider.

Güneş ile aramızda 150 milyon kilometre gibi muazzam bir mesafe olmasına rağmen, oradaki bir reaksiyon değişimini dünyamızda hemen farkederiz. Güneş de dünya gibi kendi etrafında dönmektedir. Dünyamız kendi çevresinde bir dönüşünü 1 günde (24 saatte) tamamlıyorken; güneş kendi çevresindeki dönüşünü 25 günde tamamlar.

Güneş yüzeyinde devam eden püskürmeler
Güneş o kadar büyüktür ki; içine 1 milyon 303 bin adet dünya sığabilir. Japonya'nın iki büyük şehrine atılan atom bombasının bölgeyi cehenneme çevirip, perişan ettiğini biliyoruz. Güneşte bu atom bombalarından binlercesi her gün patlamaktadır. Çıplak gözle bakamadığımız güneşin devasa enerjisi; hidrojen atomlarının çekirdeklerinin yüksek sıcaklık ve basınç altında bir araya gelerek farklı bir maddeye (helyuma) dönüşmesinden kaynaklanır.

Güneşten dünyamıza ulaşan enerji, birtakım filtrelerden geçmek mecburiyetindedir. Direk olarak gelirse dünyada yaşam olmaz. Bu filtrelerden en önemlisi dünyanın mıknatıs (manyetik) alanıdır. Diğeri ise atmosfer tabakasıdır. Su buharı, tozlar da atmosferin iç tabakasında önemli filtre ve termostat vazifesi görür.

Aşağıdaki kısa video, 2 Temmuz  2012 tarihinde güneşteki bir patlamayı göstermektedir. (Kaynak: nasa)

    

13 Eylül 2015 Pazar

ZEMZEM AYAKTA İÇİLİR

ZEMZEM Mekke Şehrinde, Kâbe yakınında su kuyusu. 30 metre derinlikte bir yeraltı nehrinin tezahürüdür. Üç ayrı çatlak kaynaktan beslenir. Üç kaynağın su evsafı farklıdır. Zemzem, bu kaynakların birleştiği ortak sudur. İçme amaçlı kullanılır.

Zemzem kuyusunun ne zaman açıldığı kesinlikle bilinmiyor. Bazı tarihçiler, kuyudaki suyun, Arabistan'ın ilk yerlilerinden olan "Ad Kavmi" tarafından bulunduğunu öne sürerler. Din ile ilgili kaynaklar da bu suyun Hazreti İbrahim'in veya eşi Hacer ile oğlu İsmail tarafından bulunduğunu yazar. Suyun bulunduğu dönem; Hz. İbrahim dönemi ise, 4 bin yıl önceye, Ad kavmi (Hud Peygamber) dönemi ise, 5 bin yıl geriye gitmek gerekir.

Zemzem, Müslümanlıktan önceki çağlarda da kutsal bir nitelik taşıyordu. İslâmiyet, bu kutsallığı benimsedi ve sürdürdü. Bugün hacca giden her müslüman bu sudan içer, ülkesine de götürür; tanıdıklarına, ziyaretçilerine içirir. Zemzem, ayakta içilir. Müslümanlar ölürken ağızlarına zemzem damlatma geleneği vardır. Hac zamanı yüksek talepten dolayı kuyunun su seviyesi düşünce, kullanım kısıtlamasına gidildi. Küçük şişe ve bidonlara izin verilir.

12 Eylül 2015 Cumartesi

BAĞIŞ YAP SEFERE GİTME

"HAÇLI Seferleri" deyimi, ancak 1250 yılından sonra telaffuz edilmeye başlandı. Bu seferlere katılmak "Kudüs yolculuğu", "Kutsal topraklara yolculuk" gibi adlarla anılırdı.

"Haçlı seferi" ; kilise tarafından Hazreti İsa'nın Kudüs'teki mezarını ve bazı kutsal yerleri kurtarmak için düzenlenen silâhlı hac seferleridir. Bu seferler 1095' te başlar, sekiz sefer olur, 1453' de biter. Haçlı seferleri, 358 sene sürmüştür. Birinci Haçlı seferinin Almanya geçişinde çok sayıda Yahudi telef edildi.

Haçlı seferi ilânı, Papa'nın veya konsül kararıyla gündeme alınırdı. Finansmanı için her türlü vergi, bağış kabul edilirdi. Para kaynağı olarak; papazların bağışladığı günahlarla orantılı hibe yardımları veya onda bir, kırkta bir gibi vergiler alınırdı. Yüksek bedelli bağış yapanlar sefere katılmayabilirdi. Bazı papazlar, toplanan bu fonları amacı dışında kullandılar.

11 Eylül 2015 Cuma

HEGEL: 'BİLİNÇ HAYATI ETKİLER'

FRİEDRİCH Hegel (1770 - 1831) Stutgard doğumlu Alman felsefecidir.

"İnsanlar, ihtiyacı olmayan bir şeyi talep edebilirler. Bu talepte hakkı olduğunu kabul ettirmek için de harekete geçer. Talebini karşı tarafa kabul ettirmek için üstünlüğünü hissettirmeye çalışır. Bu kabul edilme isteği; prestij uğruna ölüm-kalım savaşı dahi getirir. Yani insan; biyolojik olmayan isteğini doyuma ulaştırmak için, biyolojik hayatını tehlikeye sokar" demiştir.

"Yeni gelişmeler, eskinin çözülmesiyle ortaya çıkar. Eski sağlam duruyorsa, çıkmaz."

"Olumsuzluk, mutlaka kötülüğü temsil etmez; dönüşüm ve geçiş aşamalarını temsil eder." gibi sözleri vardır.

Hegel; "Bilinç hayatı etkiler" derken, diğer bir Alman filozofu Marx (1818-1883),  "Hayat bilinci etkiler" diyerek Hegel'e eleştiri getirdi.

10 Eylül 2015 Perşembe

JAPONYA'DA YAŞLIYA SAYGI

JAPONYA'DA Şintoizm dini, "Ataların tanrılaştırılması" şeklinde tezahür eder. Yaşlı insanlar; "değerli tecrübelere sahip bilge kişiler" olarak kabul edilerek toplumda özel saygı görürler

Japonya'da, aynı eğitimden veya aynı meslek grubundan olmayan kişilerin dost olması çok zordur.

Japonlar, diğer dinleri dışlamazlar, aksine bağdaştırma yaparlar. Bir kişi hem Şinto hem Budist, Tao, Konfüçyuscu olabilir. Bu tıpkı; "kişi hem Müslüman hem Katolik, Hindu ve Şaman olur" demek gibidir.

Bir Japon, Hristiyan olmadığı halde, kiliseye giderek papazın önünde evlenmekten çekinmez.

Japonya bugün yaklaşık 127 milyon nüfusu ve yıllık toplam 4,8 trilyon dolarlık milli geliriyle oldukça sağlam bir ülkedir.

Türkiye ile Japonya arasında sıcak dostluk bağları vardır.

Yandaki resimde, Japon Başbakanı'nın Türkiye-İstanbul'da, bir açılış merasiminde yapılan dua töreninde; hiçbir kompleks duymaksızın bir Müslüman gibi duaya katılması, Japonlar'ın dinlere saygılı olduklarının net bir göstergesidir.

Japonlar'ın çoğunluğu, hem şintocu hem budist tapınma şekillerini tatbik eder.

Etnik yapısı; yüzde 99' u  Japonlar olmak üzere, kalanı Çinliler ve Koreliler'dir.

9 Eylül 2015 Çarşamba

KADININ TARİHİ SÜRECİ

ÇİN, Hindistan, Japonya ve egemen müslüman ülkelerde kadının eve kapatılması, hayatın temel ilkelerinden biriydi.

Milâttan önce 10. yy' da Hindistan'da evlilik kadın yaşamının ana hedefiydi. Böyle olunca, yaşları gelmeden kızların evlilikleri olurdu. Kızlar ekonomik olarak yük kabul ediliyordu. Dulların ise yeniden evlenmeleri yasaklandı.

Çin'de Milâttan önce 6. yy' da kadın tamamen kocasına ve kocasının akrabalarına bağımlıydı. Çok kadınlılık hoş görülmese bile, koca cariyeler alabiliyordu. 1644' ten 1911' e

8 Eylül 2015 Salı

DİN-BİLİM VE KANT

İmmanuel Kant
İMMANUEL Kant (1724 - 1804) Alman düşünürüdür. Königsberg şehrinde doğdu. Babası İskoç'tur. Doğduğu şehrin dışına çıkmadı. Matematik, felsefe ve fizik öğrenimi gördü. Saate ve dakikliğe uymaya özen gösterirdi.

"Her tür bilginin kaynağı deneydir"

"Metafizik, bilim olamaz."

"İnanca yer açmak için, bilgiyi iptal etmek zorunda kaldım" gibi sözleri vardır.

İmmanuel Kant, din ve vicdandan kaynaklanan ahlâki değerlerle; bilimsellik arasında sürekli gidip-gelmiştir. Sadece Kant değil, günümüze kadar gelen araştırma-geliştirme yeteneğine sahip tüm bilim adamlarında, hattâ analitik düşünceye sahip her insanda bu çelişkili görünen duruma rastlanır. Çünkü, yerleşik dinlerin ahlâk üretmek gibi vazgeçilmez bir niteliği vardır. Din adamları, bu niteliği daha da pekiştirmek için akla uygun gelmeyen veriler öne sürebilir.

Din, toplumu düzene sokmayı amaçlayan disiplin kurallarıdır. Aynı şekilde devletin kanun ve nizamları da daha detaylı maddelerle topluma düzen vermeyi amaçlar. Kişi, hayatının her safhasında analitik-bilimsel düşünceyi elden bırakmamalı, aynı zamanda; yerleşik ahlâki değerleri de yok saymamalıdır.  

7 Eylül 2015 Pazartesi

KAPİTÜLASYON NE DEMEK

Pargalı İbrahim Paşa  
KAPİTÜLÂSYON Fransızca'da, "Bir yerin teslimi için yapılan anlaşma" demektir. Bu kelime daha sonra; "Bir devletin, başka bir devletin uyruklarına tanıdığı yargı muafiyeti" ni ifade etti. Zamanla bu ifadenin içine ilâve ayrıcalıklar da konulmuştur.

Böyle bir anlaşma ilk defa, 1536' da Kanuni Sultan Süleyman ile Fransa Kralı arasında yapıldı. Anlaşmaya imzayı Sadrazam Pargalı İbrahim Paşa koymuştur. Başlangıçta eşit şartlarda görünen anlaşma, sonraları Fransa'nın Akdeniz ticareti hakimiyetini artırdı. On altı maddelik mukavelede; ticaret, ikâmet, taşıma serbestliği, on yıl vergi muafiyeti, ölenlerin mirasının kendi ülkelerine gönderilmesi, ticari gemilere devletin el koymaması, din-ibadet serbestliği, esirlerin iadesi, uyuşmazlığın kadılarla değil, konsolosluklarda çözümü gibi imtiyazlar mevcuttu. Bu imtiyazlar daha sonra Hollanda ve İngiltere'ye de tanındı

Anlaşma maddeleri 1923'e kadar, Osmanlı aleyhine daha da ağırlaşarak güncellendi. Kapitülâsyon sebebiyle Osmanlı Devleti'nin ticareti ve üretimi zayıfladı, ekonomisi aciz bir hâl aldı. Bu maddeler azınlıklara güçlü bir konum kazandırdı, Osmanlı toplumu içinde ayrıcalıklı bir hâle geldiler, ayrıca; siyasete de el atmaya başladılar.

6 Eylül 2015 Pazar

KARAGÖZ-HACİVAT ANİMASYONU

KARAGÖZ - Hacivat oyununun kökeni tam olarak bilinmiyor. Hindistan'dan Batı'ya göç eden Çingeneler yoluyla veya İspanya ve Portekiz'den göç eden Yahudiler tarafından getirildiği zannedilir. Bir başka ihtimâl de Yavuz Sultan Selim'in Mısır'ı fethinden sonra, Mısır'dan getirildiği yönündedir.

Karagöz'le ilgili belgelere dayalı bilgiler 16. yy'a kadar iner. Karagöz'ün kökenini daha geriye yani 14. yy'a kadar götürenler de vardır. Buna göre; Orhan Gazi'nin Bursa'da yaptırdığı camide Karagöz ile Hacivat işçi olarak çalışmaktadır. Çalışma esnasında Karagöz ile Hacivat birbirlerine takılmakta ve eğlenceli konuşmalar yapmaktadırlar. Bu muzip konuşmaları dinleyen diğer işçiler ise işi-gücü bırakıp onları dinlerler. Orhan Gazi bu durumu öğrenince; cami inşaatının aksamasına sebebiyet verdikleri için ikisini de idam ettirir. Daha sonra idam kararından pişmanlık duyan Sultan, Karagöz'le Hacivat'ın nükteli konuşmalarını bilen Şeyh Küşteri'den bu konuşmaları kendisine nakletmesini ister. Şeyh Küşteri, ayağındaki papuçlara onların tasvirlerini çizerek animasyon yapar.

Karagöz ve Hacivat oyununda figüran tipler de oldukça çoktur. Belli başlı olanları: Kemençeci Lâz, Zenne, Arnavut, Arap, Kürt, Beberuhi, Çengi, Baba Himmet, Tulumbacı, Zenne Nigâr, Dansöz, Çelebi, İbiş, Tiryaki, Zenci, Acem, Tuzsuz Deli Bekir' dir.

5 Eylül 2015 Cumartesi

TİTREME, KASLARI ISITIR

İnsan Vücudunda Kaslar
SOĞUK havalarda "titreme" şeklinde açığa çıkan kas kasılmaları; kasların ve dolayısıyla vücudun ısınmasını sağlar.

Kramplar, terlemeyle sodyum maddesi vücuttan atılırsa ve sıvı düzeyi düşerse olur. 

Kas yorgunluğunun sebebi; hareketler sonunda kaslarda çok yavaş atılan karbondioksit ve laktatlar birikerek kasılma enerjisini azaltmaya başlar. Kas yorgunluğunun ayrıca kanın oksijen taşıma kabiliyetiyle de ilişkisi vardır. Sporcularda, kas hücresindeki mitokondri sayısı artar. Mitokondriler, hücrenin enerji santrali gibidir.

Kas liflerinin sayısı, doğarken bellidir, fakat kas lifi büyüyebilir. Çapı ve uzunluğu artar. Bu, uydu hücrelerin liflerle kaynaşması neticesinde olur. Yaşlanınca, uydu hücrelerin sayısı azalır, kaslar "atrofi" ye uğrar. Kas hücreleri de tıpkı sinir hücresi nöronlar gibi bölünmezler. İnsanda kas gücü en yüksek 20 ilâ 30 yaşlar arasında olur. Kas gücünün azalması; bacak ve gövde kaslarında daha belirgindir.

4 Eylül 2015 Cuma

MARİFETLİ BALSEVER PORSUK

Balsever Porsuk
BAL Porsuğu, sansargiller familyasından et yiyen bir hayvandır. Afrika'nın tropik bölgelerinde, Batı Asya'da ve Kuzey Hindistan'da yaşar. Esmer-siyah renktedir. Kafa üstünden başlayarak kuyruküstü dahil tüm sırtı beyaz kıllarla kaplıdır. Normal porsuğa benzer, fakat ondan daha iridir. Balı çok sever, ama böcekleri, yılanları, küçük memeli hayvanları da yer.

Bal porsuğu, arıların balını çalarken, başta yüzü-gözü-ağzı-burnu olmak üzere yüzlerce kez her yerinden sokulur, fakat hiç etkilenmez ve işine kararlılıkla devam eder. Engerek veya kobra yılanlarını da ustalıkla avlayarak öldürür ve iki eliyle tutarak adetâ "dürüm kebabı" gibi yemeye başlar. 

Yılan avı esnasında bazan yılan tarafından sokularak zehirlenir. Zehir aldığını hisseden bal porsuğu, av işini bırakır ve daha fazla dolaşmadan bir ağaç dibinde kıvrılarak uykuya dalar. İki saatlik bir dinlenmeden sonra ayağa kalkar ve hayatına kaldığı yerden devam eder. Bal porsuğunun zehire olan bu mucizevi bağışıklığı, korkunç avlarıyla bile rahat mücadele etmesini sağlar.

3 Eylül 2015 Perşembe

MUM YAKMAYI BIRAKMAZLAR

KÂTİP Çelebi (1609 - 1657) İstanbul'da doğdu. Osmanlı bilginidir. Kitap okumayı severdi. Çok yönlü çalışmalar yapmış bir araştırmacıdır. Tarih, coğrafya, ahlâk, biyografi, tasavvuf, eğitim, şeriat, felsefe, tıp gibi konularla ilgili araştırmalar yaptı.

"Saz çalmak, ilâhi okumak, kötü değildir" dedi. "Mezarlara çul, çaput bağlamak, mum yakmak gereksiz şeylerdir, ama ne yaparsak yapalım insanlar bundan asla vageçmezler" demiştir.

Kâtip Çelebi Kabri
Kâtip Çelebi, medrese tahsili yapmadığı için yüksek makamlara erişemedi. Bu yüzden rahatsızdı. 48 yaşında (1657) de İstanbul'da vefat etti. Mezarı İstanbul Unkapanı İMÇ Blokları arasındadır.

2 Eylül 2015 Çarşamba

KATOLİK "EVRENSEL" DEMEK

KATOLİKLİK Yunanca'da "Katolikos"; "Bütünsellik ve Evrensellik" mânâsına gelir. 2. yy'da Hazreti İsa'nın Havarileri tarafından kuruldu. "Tanrı, kendisini insanlaştırdı, insanları kurtarmak için dünyaya geldi ve ete-kemiğe büründü. Hz. İsa, Tanrı'nın yeryüzündeki kelâmıdır" demişlerdir.

Ekmek ve şarap, Hz. İsa'nın etini ve kanını temsil eder. Havariler, Hz. İsa'nın ölüp-dirilişini herkese anlatmak için çevre vilâyetlere yayıldılar. Bu kutsal vazifelerinde kendilerine yardımcı olacak yaşlı insanlar tayin ettiler. Bunlar ilk papazlardı.

İlk reformist hareket 1517 yılında bir Alman Papazı olan Martin Luther'le başladı. Kilisenin insanların günahlarını bağışlamasına karşı çıktılar. İnancın şahsileşmesi, ayinlerin sadeleşmesi, insanların "Kitab-ı Mukaddes" i bizzat okumaları teklif edildi.

1 Eylül 2015 Salı

ÇALIŞKAN KAYSERİ

Kayseri Cumhuriyet Meydanı
KAYSERİ'nin milâttan önce 10.yy' da Hititler'deki adı "Mazaka" idi. Milâttan önce 550-330 arası Kapadokya Krallığı'nda biraz Yunanlaştı, "Eusebeia" oldu. Milâttan önce 36 ve milâttan sonra 17 yılları arası dönemde; Roma İmparatoru Augustos onuruna "Kaisarreia" dendi. Kendi kanunlarını yapmaya yetkili bir şehirdi.

Müslüman Araplar  690, 732  yılları aralarında kısa sürelerle bölgede fetihler yaptılar ve buraya "Kayseriyye" dediler. Şehir daha sonra yeniden Bizanslılar'ın eline geçti.

1071 yılında Malazgirt Savaşı'yla bölge Türkler'e geçti. Selçuklular döneminde şehir parladı ve Türk-İslâm Şehri kimliği kazandı.

Kayserili'ler vatanseverdirler, sadece şehirlerinin değil ülkelerinin de sıhhat ve selâmeti için maddi-mânevi her türlü fedakârlığa katlanmaktan çekinmezler. Zeki, çalışkan ve tutumlu olduklarından dolayı varlıklı insanlardır. Tüccarları dürüsttür, borçlarına sadıktırlar, ticaret yaparken piyasaya verdikleri çekler karşılıksız çıkmaz. Finans ve sanayii alanında ülkelerine fayda sağlayacak büyük projelere imza atarlar. İş adamlarının kredibiliteleri yüksektir.