31 Mart 2015 Salı

ZİYA PAŞA, ŞİİR VE BİYOGRAFİ

ZİYA PAŞA   (1825 - 1880)

İstanbul'da doğdu. Başbakanlık kaleminde memurluk yaparken Sadrazam Mustafa Reşit Paşa'nın yardımıyla saray kâtipliğine alındı. Fransızca öğrendi. Mutasarrıflık idare göreviyle Anadolu'da dolaştı. "Yeni Osmanlılar" denilen gizli cemiyete girmiş ve Namık Kemal'le 1876 da Paris'e kaçmıştı. Oradan Londra'ya, oradan da Cenevre'ye geçti. Bu arada Sadrazam Ali Paşa aleyhine "Zafernâme" adlı şaheserini yazdı. İsviçre'deyken Fransız yazarı Rousseau'nun bir eserini dilimize çevirdi. Abdülâziz idareden indirilince, Milli Eğitim Müsteşarı oldu. Suriye, Konya ve Adana Valiliklerinde bulundu. Adana'da valiliği esnasında vefat etti. 

Şiirleri eski nâzım şekillerinde yazılmış olmakla beraber hece vezniyle bir türküsü meşhurdur. Üç ciltlik "Harabat" adında bir şiir antolojisi vardır. Bazı tercümeler de yapmıştır.

NECDET KALAY, ESER VE BİYOGRAFİ

NECDET KALAY   (1932 – 1986)
Kendi kendini yetiştirmiştir. Hayâli bir izlenime dayalı doğa görüntülerini, savruk lekelerle belirlemeye çalışan bir anlayışta resimler yapmıştır.

Necdet Kalay - Kış Peyzajı   100x70 cm

30 Mart 2015 Pazartesi

NAMIK KEMAL, ŞİİR VE BİYOGRAFİ

NAMIK KEMAL   (1840 - 1888)

Tekirdağ'da doğdu. Babası memur olduğu için, çocukluğu anne tarafından dedesi Abdüllâtif Paşa'nın yanında geçti. Hususi tahsil görerek büyüdü. Sofya'da ve Kars'ta bulunduktan sonra İstanbul'a gelince, Babıâli'deki tercüme kalemine memur olarak işe başlatıldı. Burada altı ay fransızca öğrendi. Şinasi ile tanışarak onların Divanyolu'nda kendilerine "Encümen-i Şuârâ" adını verdikleri toplantılarına katıldı. Şinasi'nin çıkardığı "Tasvir-i Efkâr" gazetesine yazıyordu.

"Yeni Osmanlılar" adıyla kurulan gizli cemiyet yüzünden Şinasi 1865 yılında Paris'e kaçınca, gazetenin idaresi Namık Kemal'e kaldı. Ancak o da gazeteyi Ebuzziya Tevfik Bey'e bırakarak, Tayin edildiği Erzurum Valiliği'ne gidecek yerde, arkadaşı Ziya Paşa'yla beraber Paris'e kaçtı.

ZEKİ FAİK İZER, ESER VE BİYOGRAFİ

ZEKİ FAİK İZER   (1905 - 1988)
Güzel Sanatlar Akademisi, Çallı atölyesinde öğrenimini yaptı (1928) . Aynı yıl Paris’e giderek André Lhote ve Othon Friesz’in yanında çalışmalarını sürdürdü (1932) . D Grubu’nun kurucularındandır (1934) . Tiziano, Véronese ve Poussin’den kopyalar yaptı. Akademi’nin fotoğraf atölyesine tayin edildi (1937) . Akademi müdürlüğü yaptı (1949-1953) . Paris, Brüksel, Sao Paolo, Viyana, Berlin, New York’ta açılan uluslararası sergilere katıldı. Dışa vurumcu ve lirik-soyut çalışmalar yapmıştır.


Zeki Faik İzer - Boğaz'dan   58 x 55 cm

29 Mart 2015 Pazar

ÇAĞATAY EDEBİYATI, ALİ ŞİR NEVAİ, BABÜR ŞAH

Türk dilinin  Doğu lehçeleri arasında edebiyat dili olmuş ve yüzyıllarca edebi eserler veren şair ve yazarlar yetiştirmiş en büyük lehçe Çağatay Lehçesidir. İlk önemli eserleri de 14. yy da görülmeye başlar. Çağatay Lehçesi mahsulleri, Türk edebiyatının bütünlüğünü sağlamak ve tamamlamak bakımından da önemli eserlerdir.

14. yy da bu lehçeyle yazılmış eserleri arasında Kutb'un "Hüsrev ve Şirin" mesnevisi vardır. Devrin en tanınmış şairi ise "Muhabbetnâme" adlı eseriyle ün kazanmış olan Hârezmi' dir. Hayatı hakkında pek bilgi olmayan Hârezmi'nin Harezm bölgesinde doğmuş bir Türk olduğu tahmin edilmektedir.

Çağatay edebiyatı, en güçlü isimlerini 15. yy da vermiştir. Ali Şir Nevai divanları, mesnevileri, hamsesi, "Muhakemetüllügateyn" adını verdiği ve Türk diliyle Farsçayı karşılaştırdığı önemli dil kitabı ve "Mecâlisünnefâis" adını verdiği, şairlerin biyografilerini toplayan eseri son derece değerli kitaplardır. Sultan Hüseyn Baykara da bu devrin tanınmış şairlerindendir.

HÜSEYİN ZEKÂİ PAŞA, ESER VE BİYOGRAFİ

HÜSEYİN ZEKÂİ PAŞA   (1859 – 1919)
Harbiye’yi bitirdi (1887) . Yaverlik vazifesiyle saraya alındı. Alman İmparatoru Guillaume II’ ye  Suriye gezisinde, “eski eserler uzmanı” olarak refakat etti. Emekli olduktan sonra, Sanayi-i Nefise Encümen üyesi oldu. Mahmut Şevket Paşa ile beraber Yıldız’daki Silâh Müzesi’ni kurdu. “Doğa şiirini” yakalayabilen ve buna, “perspektif” alanındaki “geniş bilgisini” katan bir ressamımızdır. Mübeccel Hazineler adlı, eski Türk mimari eserlerini inceleyen bir kitap yazmıştır.


Hüseyin Zekâi Paşa - Meyvalar 92x73 cm

28 Mart 2015 Cumartesi

HALİL PAŞA, ESER, BİYOGRAFİ

HALİL PAŞA   (1857 – 1939)
Mühendishane-i Berri-i Hümayun’u bitirdi (1873) . Paris Güzel Sanatlar Akademisi’ne gönderildi (1880-1888) . Paris resim sergisinde bir eseri ile “Güzel Sanatlar Madalyası”, ayrıca; Salon des Artistes Français’ deki bir sergide, “Madame Y ‘nin Portresi” ile “bronz madalya” aldı. Yurda dönüşünde, Umumi Müze Müdür Muavinliği’ne tayin edilidi (1905) . Harbiye Mektebi’nde resim öğretmeni olarak görev aldı (1906) .  Sanayi-i Nefise Mektebi’ne Müdür oldu. 1908 de emekliye ayrıldı.

Viyana Uluslararası Sergisi’nde, bir natürmortu ile “altın madalya” aldı. Said Halim Paşa’nın davetlisi olarak Mısır’a gitti. Halil Paşa, bizde “şövalye resmi ile kır resmi arasındaki ara dönemin ilk temsilcisidir”.


Halil Paşa - Peyzaj    116,3 x 81,5 cm

27 Mart 2015 Cuma

NAZMİ ZİYA GÜRAN, ESER, BİYOGRAFİ

NAZMİ ZİYA GÜRAN   (1881 – 1937)
Mülkiye’yi (1901) , daha sonra, Sanayi-i Nefise’yi (1908) bitirdi. Bitirdiği yıl Paris’e giderek, Jullian Akademisi’nde Cormon’un atölyesinde çalıştı. Bir eseri Paris sergisine kabul edildi (1912) . İzmir Muallim Mektebi müdürlüğü, İstanbul ilköğretim müfettişliği ve Güzel Sanatlar Akademisi müdürlüğü yaptı. Aynı okulda öğretmen olarak devam etti. 1937 de ilk şahsi sergisini Akademi salonlarında açtı. Çallı kuşağı ressamlarından olup; “yerli bir izlenimciliğin temsilcisi” olmuştur.


Nazmi Ziya Güran - Peyzaj-İstanbul'dan  74x60 cm

26 Mart 2015 Perşembe

NEDİM GÜNSÜR, ESER, BİYOGRAFİ

NEDİM GÜNSÜR   (1924 – 1994)
Güzel Sanatlar Akademisi’ni bitirdi. Paris’e giderek çalışmalarını sürdürdü (1952-1959) . Orada, “soyut” çalışmalara yöneldi. 1960 dan sonra “figüratif” bir anlatıma döndü. Devlet Resim Ödülü almıştır.



Nedim Günsür - Balıkçı Pazarı    54x45 cm

25 Mart 2015 Çarşamba

HASTALIKLARDA ATEŞ

Ateş, birçok hastalığın önemli belirtilerinden biridir. Başta mikrobik hastalıklar olmak üzere, romatizmal hastalıklar, habis tümörler, enfarktüs gibi vücut dokularının bir kısmının ölmesi halleri, aşılar, alerjik rahatsızlıklar ateşin sebebi olabilirler. 

Mikrobik hastalıklarda ateş ekseriyetle ani başlar ve yükselir. Normal insanın ateşi, 36,5 - 37 derece arasında değişir. Hastalık esnasında ağızdan alınan ateş büyüklerde 39-40 dereceye kadar, çocuklarda ise 41 dereceye kadar çıkabilir. Çocukların ateşe tahammülleri büyüklerden daha fazladır.

Yüksek ateş bazan şuur bulanıklığına, dalgınlığa ve sayıklamalara sebep olabilir. Çocuklarda havaleyi tetikleyebilir. Ateş, esasında o kadar korkulacak bir olay değildir. Vücudun o hastalığa karşı bir nevi korunma mekanizmasıdır.

BURGER, GUT, AYAK MANTARI, DÜZTABANLIK

En sık rastlanan ayak hastalıkları: 
  1. Düztabanlık 
  2. Ayak mantarları 
  3. Burger Hastalığı (Ayak damarındaki bozukluklar) 
  4. Gut hastalığıdır. 

DÜZTABANLIK

Düztabanlık doğuştan, ekseriyetle çocukluk çağında kusurlu yere basma ve ayakkabılar neticesinde ortaya çıkan bu hal ayak tabanının düzleşmesi ve ayak kemiklerinin bozukluğu ile ortaya çıkan bir rahatsızlıktır. Bu şahıslar yürürken devamlı huzursuzluk ve uzun yollarda bacak ağrıları duyarak çabuk yorulurlar. Çocukluk çağında farkedilirse, ortopedik olarak düzeltilebilir. İleri yaşlarda tamiri çok güçtür, ancak özel ayakkabılarla rahat ederler. 


ATATÜRK, BİR NAPOLYON MU ?

General Tawsand 12 Haziran 1922 tarihinde, Adana’ya geldi. Kendisine o vakit, haber almada çalışan deniz yüzbaşılardan Cemil , refakat subayı olarak atanmıştı.

General, bir gece Adana’da Bursa Oteli’nde kaldı. Ertesi gün özel trenle Konya’ya geçti. O günün akşamı saat 9 da, Mustafa Kemal,  General Tawsand’la görüşmeye başladı.

Tawsand, görüşmeler esnasında, kendine göre yaptığı bir benzerliği Mustafa Kemal’e bildirerek; Siz Napolyon’a benziyorsunuz dedi.

Mustafa Kemal bu benzerliği “reddederek”, şöyle karşılık verdi :

               “Napolyon, arkasına çeşitli milliyetten insanları toplayarak macera aramaya çıktı...
               ...Ve bunun içindir ki; yarıyolda kaldı.

               Ben, bir anadan, bir babadan gelen kardeşlerimle, kendi vatanını kurtarmak dâvası yolundayım...

               ...Ve başaracağım...”

                                                                                  YÜCEL Dergisi‘nden

Kaynak: kemal arıburnu, atatürk’ten anılar, işbank kült. yay. 1976, s.22

24 Mart 2015 Salı

BEDİA GÜLERYÜZ, ESER VE BİYOGRAFİ

BEDİA GÜLERYÜZ   (1908 – 1991)
Sanayi-i Nefise Mektebi’nde başladığı öğrenimine, Berlin Güzel Sanatlar Akademisi’nde devam etti. Aynı amaçla bir süre de New York’ta çalıştı. Çalışmaları, “izlenimci” anlayıştadır.


Bedia Güleryüz - Göksu'dan  60x50 cm

23 Mart 2015 Pazartesi

ASTIM HASTALIĞI VE TEDAVİ

Astım denilince, akla ilk önce akciğer astımı gelmektedir. Esasen iki tip astım vardır. Birincisi akciğer, ikincisi kalp astımıdır. İkisi birbirlerinden tamamen farklıdır

Akciğer astımı her yaşta görülebilen, alerjiye bağlı ve şiddetli krizler halinde gelen bir nefes darlığıdır. Bu hastalarda hiçbir kalp rahatsızlığı yoktur. Birkaç saat, bazan birkaç gün sürebilen nefes darlığı geçtiği vakit hastaların hemen hemen hiç bir şikâyetleri kalmaz. Nefes darlığı olduğu vakit hastaların göğsü hırıltılı ve kuş gibi öter.

Kalp astımı her zaman bir kalp hastalığı ile beraber olan, ekseri gece gelen nefes darlığı ile kendini gösteren akut bir kalp yetmezliği halidir. İki astımın birbirlerinden ayrılması şarttır, çünkü; tedavileri farklıdır.

TEDAVİ

Akciğer astımında esas tedavi, alerjik sebeplerin bulunmasına bağlıdır. Bunun için deri alerji testleri yapılır ve sebebe göre hastalar aşı tedavisine tâbi tutulurlar. Kriz esnasında hastalara oksijen verilmelidir. Aynı zamanda "aminofilin, adrenalin" gibi ilâçlar enjekte edilirler. Kortizon tedavisi, bu hastalarda bazan çok iyi neticeler verir. Buğular, efedrinli inhalasyon yapılan ilâçlar, hastaları geçici olarak kısmen rahatlatırlar.

Kalp astımında da bol oksijene, herşeyden önce kalp yetmezliğini tedavi edecek ilâçlara ihtiyaç vardır. Morfin iğnesinin kullanılması burada ayrıca özel bir önem taşımaktadır. Bu hastalarda diüretik adı verilen ve vücuttan su çıkaran ilâçlar da faydalıdır. 

Her iki astım şeklinde de uzman müdahalesi şarttır. Doktor gelene kadar hastalar mümkün olduğunca hareket ettirilmemeli ve mümkünse oksijen verilmelidir.

SİNİR BOZUKLUKLARI VE TEDAVİ

Asrımızın en önemli konularından biri olan sinir bozuklukları, ekseriyetle makineleşmiş modern hayatın bir neticesidir. Kültür seviyesinin yükselmesi, arzu, ihtiyaçların ve ihtirasların artması, süratle gelişen sosyal olaylar, media kanalları ile dünyada olup bitenlerden anı anına haberdar olma ve gürültülü şehir hayatı, fazla çalışma ve gelecek endişesi duyma gibi sebepler; sinir bozukluklarına çok geniş bir zemin hazırlamaktadır.

Alkol ve sigara, uykusuzluk, gece hayatı, gıda düzensizlikleri de bu zemini güçlendirmektedir. Başta damar sertliği ve kalp hastalıkları olmak üzere birçok hastalığın anası olan sinir bozuklukları, bugün için tıbbın en önemli konularından biridir. Hava şartlarının, kansızlığın, vitamin eksikliklerinin, cinsel hayat düzensizliklerinin de sinir sistemi üzerinde ciddi etkileri vardır. Bu bakımdan, çoğu zaman tıp ilmi dahi sinir bozukluklarının teşhis ve tedavisinde zorluklarla karşılaşmaktadır.

TEDAVİ

Etkileri geçici olacağı ve veya bağımlılık yaratacağı için mümkün olduğunca ilâçlardan uzak durmak iyi olur. Herşeyden evvel şahsın kendi kendine yardımcı olması, sosyal şartlarını ve çalışma düzenini iyi plânlaması lâzımdır. Erken yatmaya ve erken kalkmaya alışmak, çalıştığı nispette dinlenmeyi ve eğlenmeyi de bilmek, temiz havada dolaşmak, yürüyüş yapmak veya aşırı olmamak şartıyla spor yapmak, ılık duş, sigara-alkol gibi alışkanlıklar varsa yavaş yavaş terketmek; ilâçlardan daha faydalı olmaktadır.

FUZULİ, ŞİİR VE BİYOGRAFİ

FUZULİ  (1494 - 1555)

Bağdatlı'dır. Babası Bağdat'ın kasabalarından olan Hille Müftüsü Süleyman'dır. Asıl adı Mehmet olduğu halde "Fuzuli" takma adıyla şiirler yazmıştır. Kuvvetli bir eğitim görerek yetişmiştir. Şeriatçıların kuru inançları yerine, gönülden bir Tanrı sevgisini tercih etmiştir. Bütün hayatı fakirlik içinde geçen Fuzuli, dünya nimetlerine kıymet vermeyenlerdendir. Ömrü boyunca Irak'tan dışarı çıkmamıştır.

Kanuni orduları Bağdat'ı alınca, Fuzuli'ye de vakıf ziyadesinden dokuz akçelik bir emekli maaşı bağlanmıştı, ama şair bu parayı hiçbir zaman alamadığı için Bağdat Komutanı'na bugün "Şikâyetnâme" adıyla bilinen çok güzel bir hiciv eser yazmıştır.

Fuzuli'nin birkaç divanı, birkaç mesnevisi vardır. Bunlar içinde Azeri lehçesiyle yazılmış Türkçe Divan ile Leylâ ve Mecnun adındaki mesnevi şeklinde yazılmış aşk hikâyesi çok meşhurdur. Fuzuli, şiirlerinde duygularını coşkuyla anlatan bir şairdir.

FUZULİ'DEN ÖRNEKLER:

Aşk imiş her ne vâr âlemde
İlm bir kıylü kaal imiş ancak

                             (Dünyada gerçek olan yalnız Tanrı sevgisidir. Bilgiyse,                                                                      dedikodudan başka bir şey değildir)

Aşk derdiyle hoşem el çek ilâcımdan tabip
Kılma derman kim helâkim zehri dermanındadır

                              (Ey Hekim, ben aşk denen hastalıktan memnunum, sakın
                                bana ilâç verme. Vereceğin ilâç aşk duygusunu gidererek
                                beni öldürür)

Min can olaydı kâş men-i dil-şikestede
Tâ her biriyle bir gez olaydım fedâ sana

                              (Keşke kırık gönüllü bende bin tane can olaydı da, her birini
                                 bir kere senin yoluna feda edebilseydim)

Öyle sermestem ki idrak etmezem dünya nedir
Men kimem saki olan kimdir meyü sahbâ nedir

                               (Öyle kendimden geçmişim ki ne dünyayı bilirim, ne kendimin
                                  kim olduğunu, ne içki dağıtanı, ne de kadehi)

Beni candan usandırdı cefadan yâr usanmazmı
Felekler yandı âhımdan murâdım şem'i yanmaz mı

                               (Beni candan bıktırdı, sevgili eziyet etmekten bıkmaz mı?
                                 Göklerdeki yıldızlar ben âhettim diye tutuştu, dileğimin 
                                 mumu yanmayacak mı?)

Gözüm cânım efendim, sevdiğim, devletli sultânım...

*  *  *

Yarab belâyı aşk ile kıl mübtelâ beni
Bir dem belây-i aşkdan etme cüda beni

                                (Yârabbi, beni aşk belâsına tutkun kıl, bir an bile 
                                  beni bu belâdan ayırma)

Mende Mecnun'dan füzun âşıklık istidadı var
Âşık-ı sâdık menem, Mecnunun ancak adı var

                                 (Bende sevme eğilimi Mecnun'dan daha fazladır. Asıl seven
                                   benim, onun sadece adı çıkmıştır) 

Cânımı cânan eğer isterse minnet cânıma
Can nedir ki anı kurban etmeyem cânanıma

*  *  *

Aşkınla senin can verenin makberesinden
Otlar ki biter her biri bin derde devâdır

*  *  *

Ger derse Fuzuli ki güzellerde vefa var
Aldanma ki şair sözü elbette yalandır

                                  (Fuzuli, eğer vefa var derse, sakın inanma, şair sözüdür
                                    elbette yalandır)                                                             

AZERİ LEHÇESİ MAHSULLERİ

Azeri Türkleri, Kafkasya, Mezopotamya ve Doğu Anadolu'da yerleşmiş Türk boylarıdır ve bunlar İran'la sıkı komşuluk ettiklerinden yavaş yavaş dillerine yalnız o dilden kelime almakla kalmamışlar, ama imlâya ve yazılışa da geçen bir söyleyiş değişikliğiyle, yepyeni bir Türk lehçesi meydana getirmişlerdir. Azeri lehçesi denilen bu lehçe, Batı söyleyişinde de kendine mahsus bir edebiyat oluşmuştur.

Azeri lehçesinin ilk mahsulleri 14. yy da görülmeye başlar. Hasanoğlu adında bir şairin şiirlerinde bu lehçenin özellikleri bulunmaktadır. Daha sonra Sivas Kadısı Burhanettin, Kadı Darir-i Erzurumi, Seyyit Nesimi gibi şairler ilk Azeri Lehçesi mahsullerini vermişlerdir.

15. yy da Azeri Edebiyatı, Habibi'den başka güçlü şair yetiştirmemiştir, ama 16. yy da Hatâî adıyla şiirler yazan Şah İsmail-i Safevi ve bilhassa Fuzuli gibi büyük sanatçılar yetiştirmiştir.

DADALOĞLU, ŞİİR VE BİYOGRAFİ

DADALOĞLU  (1785 ? - 1868 ?)

Toroslar'ın Kozan bölgesinde göçebe yaşayan Türkmen halkındandır. Asıl adı Veli'dir. Babası da halk şairidir ve "Âşık Musa" diye anılır. Gâvur Dağları'nda yaşayan Afşar'lardandır, ama Orta Anadolu'yu, Çukurovayı'da gezmiş dolaşmıştır. 1865 yılında, "Fırka-i Islahiye" adıyla kurulan ve hükümete sık sık baş kaldırdıkları için, onları ıslah etmek üzere Güney'e gönderilen tümen, Türkmenleri köylere yerleştirmeye başlayınca; Dadaloğlu da çocuğuyla beraber dağlara çıktı. Tümen Komutanı Derviş Paşa bu ayaklanmayı bastırdı. Dadaloğlu'nun bağlı olduğu Afşarlar da Sivas'ın Aziziye köyüne yerleştirildi. Dadaloğlu birçok şiirlerinde bu olayları anlatmış ve hükümete karşı halkı isyana kışkırtmıştır.

DADALOĞLU'NDAN ÖRNEK:

Kalktı göç eyledi Avşar illeri
Ağır ağır giden iller bizimdir
Arap atlar yakın eyler ırağı
Yüce dağdan aşan yollar bizimdir

Belimizde kılıcımız kirmani
Taşı deler mızrağımın temreni
Hakkımızda devlet etmiş fermanı
Ferman padişahın dağlar bizimdir

Dadaloğlu yarın kavga kurulur
Tüfek öter davulbazlar vurulur
Nice koçyiğitler yere serilir
Ölen ölür kalan sağlar bizimdir

ÂŞIK DERTLİ, ŞİİR VE BİYOGRAFİ

ÂŞIK DERTLİ  (1772 - 1845)

Şahnalar köyünde doğmuş, Ankara'da ölmüştür. Asıl adı İbrahim'dir. Çocukluğunu Bolu ile Gerede arasındaki köyünde çobanlık ederek geçirdi. Babası ölünce, ağa'nın biri İbrahim'in tarlalarını zorla elinden aldı. Bunun üzerine köyünden ayrılan çocuk, üç yıl İstanbul'la Konya'da, on yıl da Mısır'da dolaştı. "Dertli" adıyla şiirler söylüyordu. Sonunda köyüne dönüp evlendi ve iki de çocuğu oldu. 

Dertli, bir yerlerde duramaz hale gelmişti. Yeniden yollara düşerek Orta Anadolu'yu dolaşmaya çıktı. 1826 da tekrar İstanbul'a geldi. Kısa bir memurluk süresi ardından Ankara'ya gitti ve orada öldü. 

ÂŞIK DERTLİ'DEN ÖRNEK:

Telli sazdır bunun adı
Ne âyet dinler ne kadı
Bunu çalan anlar kendi
Şeytan bunun neresinde

Venedik'ten gelir teli
Ardıç ağacından kolu
Be Allah'ın sersem kulu
Şeytan bunun neresinde

Abdest alsan aldın demez
Namaz kılsan kıldın demez
Kadı gibi haram yemez
Şeytan bunun neresinde

İçinde mi dışında mı 
Burgusunun başında mı
Göğsünün nakışında mı
Şeytan bunun neresinde

Dut ağacından teknesi
Kirişten bağlı perdesi
Behey insanın teresi
Şeytan bunun neresinde

Dertli gibi sarıksızdır
Ayağı da çarıksızdır
Boynuzu yok kuyruksuzdur
Şeytan bunun neresinde

ERZURUMLU EMRAH, ŞİİR VE BİYOGRAFİ

ERZURUMLU EMRAH   (D.? - 1860)

Erzurum'da doğmuş ve Niksar'da ölmüştür. Şiirlerinden anlaşıldığına göre Sivas, Kastamonu, Konya, Niğde yörelerini dolaşmıştır. 1840 yılnda Sivas'tan kalkarak Niksar'a geldi ve ömrünü orada tamamladı. Divan şiirini çok iyi bildiği için o tarzda gazeller ve değişik şiir şekillerinde örnekler vermiştir. Tasavvuf tesiri görülse de asıl kişiliği güzellemelerindedir. Şiir dili son derece temizdir.

ERZURUMLU EMRAH'TAN ÖRNEK:

Tutam yâr elinden tutam
Çıkam dağlara dağlara
Olam bir yaralı bülbül
İnem bağlara bağlara

Birin bilir binin bilmez
Bu dünya kimseye kalmaz
Yâr ismini desem olmaz
Düşer dillere dillere

Emrah eder bu günümdür
Arşa çıkan tütünümdür
Yâre gidecek günümdür
Düşem yollara yollara

KARACAOĞLAN, ŞİİR VE BİYOGRAFİ

KARACAOĞLAN  (1606 ? - 1679,1689)

Güney illerimizin Gâvurdağı yakınlarında doğduğu anlaşılmaktadır, fakat ne yeri bellidir ne de kesin olarak doğum-ölüm yılları. Halk şairlerinin geleneğine uyarak hemen bütün Anadolu'yu ve Rumeli'yi gezdiğini şiirlerinde kendisi söylemektedir. Şöhreti Azerbaycan ve Kırım'ı tutmuştu. Bu şairin büyüklüğü, hiçbir etkiye kapılmadan halk şiirinin geleneklerine bağlı kalmasındandır. Dili son derece temizdir. Günümüz şairleri üzerinde bile tesiri vardır.

KARACAOĞLAN'DAN ÖRNEKLER:

Bana kara diyen dilber gözlerin kara değil mi
Yüzünü sevdiren gelin kaşların kara değil mi

Boyun uzun belin ince yanakların olmuş konca
Salıverirsin kolunca beliğin kara değil mi

Utanırım akar terim güzellikte yok benzerin
En sevgili makbul yerin saçların kara değil mi

Beni kara diye yerme Mevlâm yaratmış hor görme
Ala göze siyah sürme çekilir kara değil mi

Hintten Yemenden çekilir gelir Bağdada dökülür
Türlü yemeğe ekilir biber de kara değil mi

Güllere konan kuğunun kanadı beyaz çoğunun
Göldeki Arap beyinin çadırı kara değil mi

İller de konup göçerler lâle sümbülü biçerler
Ağalar beyler içerler kahve de kara değil mi

Evlerinde sular akar güzelleri göze bakar
Hublar yanağına sokar sümbül de kara değil mi

Karac'oğlan der maşallah bir gün görürüm inşallah
Kara donludur Beytullah örtüsü kara değil mi

*  *  *

İncecikten bir kar yağar tozar Elif Elif diye
Deli gönül hayran olmuş gezer Elif Elif diye

Elifin uğru nakışlı yavru balaban bakışlı
Yayla çiçeği kokuşlu kokar Elif Elif diye

Elif kaşlarını çatar gamzesi sineme batar
Ak elleri kalem tutar yazar Elif Elif diye

Evlerinin önü çardak Elifin elinde bardak
Sanki yeşil başlı ördek yüzer Elif Elif diye

Karacaoğlan emelerin gönül sezmez değmelerin
İliklemiş düğmelerin çözer Elif Elif diye

ÂŞIK ÖMER, ŞİİR VE BİYOGRAFİ

ÂŞIK ÖMER   (D.? - 1707)

Konya'nın Gözleve Köyünde doğmuştur. Karamanlı Şerifi Hoca'dan ders gördü. Orduya girdi. IV. Mehmet, II. Ahmet ve II. Mustafa'nın padişahlığı zamanlarında hudut boylarında bulundu. Uzun süre İstanbul'da kaldı. Bursa, Sakız, Varna, Sinop, Bağdat ve Tuna boylarında dolaştı. Halk şairleri içinde divanı en büyük olan Âşık Ömer'dir. 1500 kadar şiiri vardır. Divan edebiyatının inceliklerini de bilirdi.

ÂŞIK ÖMER'DEN ÖRNEK:

Kurulalı neler çekmiş yalan dünyaya sorsana
Nice bin türlü kan etmiş akan deryaya sorsana

Bilinmez ne acep aldır gönül sarhoşa misaldir
Âşıklık ne müşkül bir haldir çeken şeydaya sorsana

Bu derdin çaresin bilmem akar çeşmim yaşı silmem
Olaydın yar ile bir dem çekip tenhaya sorsana

Kelâmı naz ile söyler garip gönlüm n'eyler
Niçin cevr-ü sefa eyler melek simaya sorsana

Cihanda bulmadım bir yar rûz-ü şeb eylerim efkâr
Der ki Ömer cümlemiz var eden Mevlâya sorsana

22 Mart 2015 Pazar

DİŞ DOLGUNUZ DÜŞMÜŞSE, BEKLEMEYİN

Sindirim kanalının kapısı olan ağız, vücudumuzun en önemli organlarından biridir. Tad alma, çiğneme, yutma gibi fonksiyonları yapan ağız, aynı zamanda birçok zararlı maddelerin ve mikropların da giriş yeridir. Tükürük bezleri, günde iki litreye yakın salgıladıkları tükürük maddesiyle ağzı temiz tutarlarsa da, bazan bakımsız ağızlarda bu temizlik de kâfi olmamaktadır. Tükürükle ağız temizliğinin kendine göre bir düzeni vardır. Bu düzen bakımsız, çürük dişlerle, bazı dil ve ağız içi hastalıkları ile bozulmaktadır.

Çürük dişler birçok hastalığın öncülüğünü yaparlar. Aynı zamanda, sürekli olarak mikropları ve mikropların toksinlerini vücuda verdiklerinden dolayı romatizma, nefrit ve müzmin kansızlık gibi hastalıklara sebep olurlar. Ağzın gerisindeki boğaz da bademcik iltihabı ile birçok hastalığın kaynağını teşkil eder.

BAKIM

Ağız bakımında ve ağız kokusunu gidermede ağzın ve dişlerin temizliği en başta gelmektedir. Ağız bakımında dikkat edilecek başlıca noktalar şunlardır: 
  1. Ağızda çürük dişler için gerekli operasyonlar yapılmalı ayrıca, diş çevrelerini saran diş taşları (tartar) temizletilmelidir. Düşmüş dolgulu diş vakit geçirmeden tamir edilmesi gerekir. İhmâl edilirse, oyuk kısımdan mikroplar girerek diş dibinde apseye sebep olurlar, istenmeyen bu durum diş çekimiyle neticelenebilir. 
  2. Dişlerin çürümemesi için bol kalsiyumlu ve C vitaminli gıdalar alınmalıdır. Çocuklarda bu maddeler, ilâçlar şeklinde takviye edilmelidir.
  3. B, D, A vitaminlerinden zengin süt, yumurta ve karaciğer gibi gıdalar sık yenilmelidir.
  4. Yemeklerden önce ve sonra ağız, ılık suyla 2-3 kez çalkalanmalı ve günde bir kez de dişler 2 dakika fırçalanmalıdır. Diş macunu olmayınca sabunla da fırçalanabilir. Fırçanın sertliğini veya yumuşaklığını kişi kendi ağız mukozası hassasiyetine göre seçebilir. Fırçalar kullanımdan sonra iyice silkelenip kurulanmalı ve kolay kuruyacağı şekilde bırakılmalıdır. Uzun süre nemli kalan fırçalar mikrop üreme yuvası olurlar.

ARTRİT VE ARTROZ (Eklem İltihabı ve Deformasyonu)

Eklemlerin iltihap yaparak hastalanmalarına "artrit", iltihap olmadan eklemlerin deforme olmasına ve kemikleşmesine de "artroz" denilir. Romatizma haricindeki artritlerin ekseri sebebi, bel soğukluğu, zarürreye sebep olan pnömokok mikrobu, gut hastalığı ve diğer mikrobik hastalıklardır. Her yaşta görülebilirler. Ekseri dizde, dirsekte, bileklerde, omuz eklemlerinde yerleşirler. Eklemlerde şiddetli ağrı ile şiş ve ateş olur. Ekleme dokununca ağrı şiddetlenir.

Artrozlara ise, ekseri âdet kesiminden (menapoz) sonraki yaşta bulunan kadınlarda rastlanır. Çoğunlukla diz ve kalça eklemini tutarlar. Eklemlerin şekli bozulur ve çarpık bir manzara alır. Ayrıca, yeni ve anormal kemik dokuları teşekkül eder. Artrozun sebebi belli değildir. Hormonal bozukluklara bağlı olduğu tahmin edilmektedir.

TEDAVİ

Artrit ve artrozlarda tedavinin esası, eklem dokularına bol kan gitmesini sağlayan ilâçların kullanımına dayanır. Kortizonlu ilâçlar da geniş olarak kullanılmaktadır. Artrozlarda, mafsal içine kortizon enjeksiyonları hastaları rahatlatmaktadır. Artritlerin sebebi mikrobik olduğundan antibiyotik kullanılır. Ağrı giderici pomadlar da ıstırabı azaltması bakımından sabah akşam sürülebilir. Artrozlar, kaplıca ve fizik tedavilerinden de istifade ederler. Kesin teşhis ve tedavi plânı uzman doktor tarafından tanzim edilmelidir.

ATEROSKLEROZ (Damar Sertliği) VE TEDAVİ

Damar sertliği de denilen ateroskleroz, dünyada çok yaygın bir hastalıktır. Erkeklerde kadınlara oranla üç kat fazla görülür. Daha ziyade orta ve ileri yaş hastalığıdır. Sebebi tam olarak bilinmemekle beraber, damar cidarlarının elâstikiyetlerini kaybetmesine, vücuttaki yağ metabolizmasında bozukluklara ve kalsiyum tuzlarının damarlar cidarına oturarak cidarları sertleştirmesine bağlanmaktadır. Atardamarların içinde sarı renkli "aterom" plakları oluşur

Genetiğe, sigaraya ve kanda kolesterol maddesinin yükselmesine de bağlı olabileceği düşünülmüştür. Kandaki şeker oranını iyi ayarlayamayan pankreasın da damar sertliğinde rolü vardır. 

Damar sertliği yavaş ilerleyen bir hastalıktır. En çok kalp, beyin ve böbrek gibi organların damarlarını tutar. Kalbi besleyen ve "koroner damarlar" denilen ince damarların sertleşmesi, kalp enfarktüslerine zemin hazırlar. Beyinde kolayca yırtılan bu sertleşmiş damarlar beyin kanamalarına sebep olur. Böbrekte de kireçlenmelere ve "sklerotik böbrek" denilen nefritin ağır bir şekline ve üre hastalığına neden olur.

ATATÜRK'ÜN ABDÜLHAMİD'E SAYGISI

Yıl 1937 . Bir gazetede, “Makedonya” adlı eserim tefrika ediliyordu. Bir akşam üstü, Başyaver Celâl Üner Bey beni telefonla aradı. Dolmabahçe Sarayı’na davet edildim. Atatürk, nazik bir şekilde beni karşıladı.

               “Yazını okuyorum. Hürriyetin ilân edildiği zaman küçük bir  çocuk olman lâzım...

               Fakat kutlarım, o günleri iyi canlandırıyorsun.

               Yalnız, Abdülhamid’i hiç sevmediğin belli.”

Atatürk, biraz durdu, elindeki kalemi önündeki kitaba vurarak düşünür gibi oldu. 1-2 dakikalık sessizlikten sonra, şu sözleri söyledi :

21 Mart 2015 Cumartesi

SIKINTI, KALP RİTMİNİ BOZABİLİR

Kalp muntazam ritm ile çalışan bir organdır. Bu ritmin bozulmasına "aritmi" denir. Aritmiler, çeşitli kalp hastalıklarında olduğu gibi sinirli ve çok sigara içenlerde, kansızlarda, tiroid bezi hastalıklarında da görülür. Aritminin en sık ve kalp hastası olmayan kişilerde rastlanan şekli, bunaltı halinde ortaya çıkan "ekstra sistoller"dir. Aritmilerin bazı şekilleri, ancak ciddi kalp hastalıklarında görülür ve tehlikelidir. Bunların tespit ve teşhisi mütehassıs refakatında EKG (Elektrokardiografi) ile mümkündür.

TEDAVİ

Aritmiler, çıkış sebeplerinin düzelmesiyle kendiliğinden kaybolurlar. Çok sigara içenin sigarayı azaltması, aritmiye sebep olan bunaltı ortamını terk etme, asabi kişilerde sakinleştirici ilâçlar, temiz hava, spor ekstra sistolleri düzeltir. Daha ciddi aritmilerde ise kalp damarlarını genişletici veya ritm düzenleyici ilâçları, uzman tavsiyesine göre kullanmak gerekir.  

ACELE TEŞHİS SAĞLAM APANDİSTEN EDEBİLİR

Apandis denilen kör bağırsak kısmının iltihaplanmasına "apandisit" adı verilir. Kan veya bağırsaklar yoluyla buraya gelen mikroplarla iltihaplanıp, cerahatlenen bu bağırsak parçası organizmada ciddi bozukluklara sebep olur. İki tip apandisit iltihabı vardır. Bunlardan birincisi ve tehlikeli olanı had (akut) apandisittir. Ani olarak karnın sağ kasık bölgesinde başlayan ağrı, bulantı ve kusma ile kendini gösterir. Vaktinde müdahale edilmezse patlayarak "peritonit"e sebep olur. Bu da ölüm tehlikesi demektir. Antibiyotiklerin keşfinden sonra bu tehlike biraz daha azalmıştır. Had apandisitte, en geç sekiz saat içinde ameliyat olmak şarttır.

Apandisitin ikinci tipi müzmin (kronik) apandisittir. Had apandisit kadar tehlikeli olmamakla beraber tıpkı çürük diş veya bademcik iltihabı gibi vücutta devamlı bir mikrop yuvasıdır. Çoğu zaman birden alevlenerek had apandisite sebep olabilir. Ayrıca gastrit, ülser, pankreas ve safra kesesi hastalıklarını meydana getirir. Müzmin apandisitte ağrı daha hafiftir ve sabahları uyanınca, ekseriyetle mide bulantısına sebep olur. Apandisit, kadınlarda ve gençlerde daha sık görülür.


AORT (Şah) DAMARI VE HASTALIKLARI

Aort damarı, kalbin sol karıncığından çıkan ve kanın bütün vücuda yayılmasına imkân veren, halk arasında "Şah damarı" diye bilinen ana damardır. Bu damarın yırtılması veya kesilmesi birkaç dakikada ölüme sebep olur. Hayati değeri olan bu damarın çeşitli hastalıkları vardır. Bilhassa romatizma, arterioskleroz, frengi gibi hastalıklar, bu damarın bozulmasına, bazan daralmasına, bazan da genişlemesine sebep olur.

Kalbi besleyen ve "Koroner damarlar" denilen ince kalp damarları da aorttan çıkmaktadır. Romatizma, aorta müptelâ olan en kötü hastalıklardan biridir. Kalp kapaklarını hastalandırarak genç yaşta "Aort yetmezliği" veya "Aort darlığı" adı verilen hastalıklara sebep olur. Bu hastalıklar da zamanla ağır kalp bozukluklarını yaparlar.

Arterioskleroz (Damar sertliği) , frengi de aorta açılan koroner damarların ağızlarını daraltarak veya tıkayarak kalp enfarktüslerini meydana getirirler. Aort damarı bazan doğuştan anormaldir

Kalp-damar sistemiyle ilgili rahatsızlıklar bugün kalp cerrahisi ile tedavi edilebilir noktadadır. Bu alandaki gelişmeler tıbbın başarılı yönlerinden biridir. 

GEVHERİ, ŞİİR VE BİYOGRAFİ

GEVHERİ   (D.? - Ö.?)

17. yy. halk şairlerindendir. Asıl adı Mehmet 'dir; Mustafa diye bilinir. Kırımlı olduğu sanılmaktadır. Rumeli'de bulunmuştur. İstanbul'da Mehmet Bahri Paşa'nın divan kâtipliğini yapmıştır. Hem hece hem de aruz vezniyle şiirler yazmış, 19. yy sonuna kadar adından bahsettirmiştir.

GEVHERİ'DEN ÖRNEK:

Ala gözlü nazlı dilber seni kandan sakınırım
Kandan değil hay efendim seni candan sakınırım

O yana bu yana bakma beni ateşlere yakma
Elini koynuna sokma seni senden sakınırım.

Gevheri der ben bir merdim yüreğimden çıkmaz derdim
Sen bir kuzu ben bir kurdum seni benden sakınırım

HAMİT GÖRELE, ESER, BİYOGRAFİ


HAMİT GÖRELE   (1894 – 1981)
Giresun'da doğdu. İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi'nde bitirdiği öğrenimine, Paris’te André Lhote atölyesinde bir müddet daha devam etti. “İnşacı, figüratif” resimlerden, “soyut bir geometrizm”e yöneldi. Devlet Resim Ödülü ile Çağdaş Türk Ressamları Sergisi’nde de “yılın sanatçısı” olarak değerlendirildi. Paris’te ve Bükreş’te eserleri sergilendi.

Hamit Görele - Adalar'dan   45x65 cm

Hamit Görele - Pembe Şemsiyeli Kız -1948

20 Mart 2015 Cuma

HASAN DEDE, ŞİİR VE BİYOGRAFİ

HASAN DEDE   (D.? - Ö.?)

Serhadli bir şairdir. Şiirlerinin çoğunda tarihle ve savaşla ilgili olayları anlatmaktadır. Tımaşvar, Estergon, Budin, Uyvar, Eğri, Belgrad Kalelerinin düşmesi veya elden çıkması onun şiirlerine konu olmuştur. II. Mustafa'nın padişahlığı sırasında ve 1695 yılında Hünkâr'la görüşmüştür. O sırada yaşlı olması gerekmektedir. Padişah ona iyi bir maaş bağlayarak kendisini ordudan emekli etmiştir. Âşık Hasan 1699 dan sonra askerliği bırakmış ve yeniden Tımaşvar'a yakın bir köye çekilerek orada bostancılık ederek, karpuz yetiştirerek geçimini sağlamıştır.

HASAN DEDE'DEN ÖRNEK:

Senin yazın kışa benzer bir sevdalı başa benzer
Çok içmiş sarhoşa benzer duman eksilmiyen dağlar
Ah dağlar ah ulu dağlar eşinden ayrılan ağlar


KUL MEHMET, ŞİİR VE BİYOGRAFİ

KUL MEHMET   (D.? - Ö.?)

Diğer halk şairlerinin aksine, Kul Mehmet, halkın içinden çıkma bir şair olmayıp; kendini halktan sayan bir Osmanlı Paşası'dır. Asıl adı Üveyz Paşazade Mehmet Paşa'dır, ama şiirlerinde Kul Mehmet takma adını kullandı. 

Aydın bölgesinde vergi toplamaya memur idi. 1605 de Celâli eşkiyasını sindirmek için Padişah fermanıyla, vezirlik yani paşalık rütbesine de gelmiştir. Aynı yıl, kâhyasının eşkiya takibine memur edilmesine bakılarak, Kul Mehmet'in o sene öldüğü tahmin edilmektedir. 

KUL MEHMET'ten Örnek:

Yavrum kuzum seni aldırdım elden
Kuzum kuzum der de meler bir koyun
Usandım da bezdim bu tatlı candan
Kuzum kuzum der de meler bir koyun


EREN EYÜBOĞLU, ESER, BİYOGRAFİ

EREN EYÜBOĞLU   (1913 – 1988)
Romanya’da Yaş Güzel Sanatlar Akademisi’nde başladığı resim öğrenimine, Paris’te André Lhote atölyesinde devam etti (1930-1932) . Bedri Rahmi Eyüboğlu ile evlendi (1936) . “D Grubu” sergilerine katıldı. Eşi ile sergiler açtı. Edinburg Festivali’ne katıldı (1957) . Devlet sergilerinde eserleri her yıl yer aldı. İlk çalışmaları “inşacı, fakat renkçi” bir anlayıştadır. O da eşi gibi, 1960 lardan sonra bir ara “soyut resme” yöneldi. 


Eren Eyüboğlu - Çengelköy'den Peyzaj
Eren Eyüboğlu - Çarşıağzı-Bursa  63x49 cm

Eren Eyüboğlu - Peyzaj
Eren Eyüboğlu