22 Ocak 2015 Perşembe

YAHYA KEMAL BEYATLI, ŞİİR VE BİYOGRAFİ


YAHYA KEMAL BEYATLI  (1884 – 1958)
Rumelihisarı



Üsküp’te doğmuş, İstanbul’da vefat etmiştir. Niş’li İbrahim Bey’in oğludur. Asıl ismi Agâh’tır. İlk öğrenimini Üsküp’te yaptı, İstanbul’da Vefa İdadisi’ni bitirdi. 1903 de Paris’e gitti 9 yıl kaldıktan sonra 1912 de yurda döndü.

İstanbul Üniversitesi’nde Batı Edebiyatı okuttu. Cumhuriyet ilân edildiğinde Urfa’dan Milletvekili seçildi. Varşova ve Madrid elçiliklerinde bulundu. 1935 de Tekirdağ, 1943 de İstanbul Milletvekili oldu. 1948 de Pakistan Büyükelçiliği’ne tayin edildi. Orada bir yıl kaldıktan sonra emekli oldu. 9 yıl sonra vefat etti. Rumelihisarı'na gömüldü...

Yahya Kemal Beyatlı, iki tür şiir yazdı. Biri, eski Divan Edebiyat tarzını yenileyerek yazılmış, diğeri de biçim olarak yeni olan şiirler. Şiirlerinde, kahramanlık temasından felsefi görüşlere kadar zengin bir hayâl ve fikir gücü vardır. Osmanlı- Türk tarihinin yüceliği, İstanbul’un güzelliği şiirlerine konu olmuştur... (Devamı > Şiirleri)

YAHYA KEMAL ŞİİRLERİ

Siste Söyleniş


Birden kapandı birbiri ardınca perdeler
Kandilli, Göksu, Kanlıca, İstinye, nerdeler?
Som zümrüt ortasında muzaffer akıp giden
Firûze nehri nerde? Bugün saklıdır, neden?
Benzetmek olmasın sana dünyada bir yeri
Eylül sonunda böyledir İsviçre gölleri.
Bir devri lânetiyle boğan şairin “Sis”i
Vicdan ve ruh elemlerinin en zehirlisi,
Hülyama bir ezâ gibi aksetti bir daha:
Örtün! Müebbeden uyu ! Ey şehr! O bedduâ...
Hayır bu hal uzun süremez, sen yakındasın,
Hâlâ dağılmayan bu sisin arkasındasın.
Sıyrıl beyaz karanlık içinden parıl parıl
Berraklığında bilme nedir hafta, ay ve yıl
Hüznün, ferahlığın bizim olsun kışın, yazın
Hiçbir zaman kader bizi senden ayırmasın..


Yahya Kemal’ den  İstanbul :

Gelmekçin ikinci bir hayata
Bir gün dönüş olsa ahiretten,

Her ruh açılıp da kâinata,
Keyfince semada tutsa mesken.

Talih bana dönse nâzikâne,
Bir yıldızı verse mâlikane,

Bigâne kalır o iltifata:
İstanbul’a dönmek isterim ben.

******

Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul!
Görmedim: Gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer.
Ömrüm oldukça,  gönül tahtıma keyfince kurul
Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer.

Nice revnaklı şehirler görülür dünyada,
Lâkin efsunlu güzellikleri sensin yaratan.
Yaşamıştır, derim, en hoş ve uzun rüyada,
Sende çok yıl yaşayan, sende ölen, sende yatan.

******

Vur pençe-i Ali’deki şemşir aşkına
Gülbanki âsümânı tutan pir aşkına

Düşsün çelengi Rum’un eğilsin ser-i Frenk
Vur Türk’ü gönderen yedi takdir aşkına

******

Çık, tayy-i zaman et, açılır her perde,
Bir devr geçir istediğin her yerde.
Ben hicret edip zamanımızdan yaşadım,
İstanbul’u fethettiğimiz günlerde.

******
 
Bir âlem açan zaferlerin en genişi
İstanbul fethi Tanrının kutlu işi.
Gün doğmadan evvel o güzel saatte
On bin yiğidin”büyük gedik”den geçişi.

******

Gördüm ol meh dûşuna bir şâl atıp Lâhûrdan
Gül yanaklar üstüne yaşmak tutunmuş nûrdan

Nerdübanlar bûşiş-i nermin-i dâmâniyle mest
İndi bin işveyle bir kâşâne-i fağfurdan

Atladı dâmen tutup üç çifte bir zevrakçeye
Geçdi sandım mâh-i nev âyine-i billûrdan

Halk-ı Sâdâbâd iki sahil boyunca feve feve
Vade-i teşrifine alkış tutarken dûrdan

“Cedvel-i sim” in kenârından bu âvâzın Kemâl
Koptu bir fevvâre-i zerrin gibi mâhûrdan


Ses


Günlerce ne gördüm, ne de bir kimseye sordum.
“Yarab, hele kalp ağrılarım durdu” diyordum.
His var mı be dünyada nekahet gibi tatlı?
Gönlüm o sevincin heyecanıyla kanatlı

Bir tâze bahar âlemi seyretti felekte.
Mevsim mütehayyil, vakt akşamdı, Bebek’te...
Akşam, lekesiz, sâf, iyi bir yüz gibi akşam...
Tâ karşı bayırlarda tutuşmuş iki, üç cam,

Sâkin koyu, şen cepheli kasrıyla Küçüksu,
Ardında vatan semtinin ormanları, kuytu...
Bir neş’eli hengâmede çepçevre yamaçlar,
Hep aynı tehassüsle meyillenmiş ağaçlar

Dalgın, duyuyor rüzgârın âhengini dal dal...
Baktım, süzülüp geçti açıktan iki sandal...
Bir lâhzada, bir pancur açılmış gibi yazdan
Bir bestenin engin sesi yükseldi, Boğaz’dan.

Coşmuş yine bir aşkın uzun hâtırasıyla,
Aksetti o yanmış tepelerden sırasıyla
Dağ, dağ o güzel ses, bütün etrafı gezindi...
Görmüş ve geçirmiş denizin kalbine sindi...

Ani bir üzüntüyle bu rüyadan uyandım;
Tekrar, o alev gömleği giymiş gibi yandım.
Her yerden o, hem aynı bakış, aynı emelde,
Bir kanlı gül ağzında ve mey kâsesi elde,
Her yerden o, hem aynı güzellikle, göründü,
Sandım bu biten gün, beni râmettiği gündü...


Açık Deniz


Balkan şehirlerinde geçerken çocukluğum,
Her lâhza bir alev gibi hasretti duyduğum.
Kalbimde vardı Bayronu bedbaht eden melâl
Gezdim o yaşta dağları, hülyam içinde lâl,
Aldım Rakofça kırlarının hür havasını,
Duydum akıncı cedlerimin ihtirasını.
Her yaz, şimale doğru asırlarca bir koşu,
Bağrımda bir akis gibi kalmış uğultusu.
Mağlûpken ordu, yaşlı dururken bütün vatan,
Rüyâma girdi her gece bir fâtihâne zan.
Hicretlerin bakıyyesi hicranlı duygular,
Mahzun hudutların ötesinden akan sular
Ruhumda hep o zanla beraber çağıldadı,
Bildim nedir ufuktaki sonsuzluğun tadı...
Bir gün dedim ki: İstemem artık ne yer, ne yâr...
Çıktım sürekli gurbete, gezdim diyar diyar.
Gittim o son diyâra ki serhaddidir yerin,
Hâlâ dilimdedir tuzu, engin denizlerin.
Garbin ucunda, son kıyıdan, en gürültülü
Bir med zamanı, gökyüzü kurşunla örtülü,
Gördüm, deniz dedikleri bin başlı ejderi
Gördüm, güzel vücudunu zümrütleyen deri
Keskin bir ürperişle kımıldandı an be an
Baktım ve anladım ki, o ejderdi canlanan
Sonsuz ufuktan âh, o ne coşkun gelişti o...
Birden nasıl toparlanarak kükremişti o...
Yelken, vapur ne varsa kaçışmış limanlara,
Yalnız onundu koskoca meydan ve manzara,
Yalnız o kalmış ortada âsi ve bağrı hûn...
Bin mağra ağzı açmış ulurken uzûn uzûn
Sezdi bir âşina gibi heybetli hüznünü,
Ruhunla karşı karşıya kaldım o med günü,
Şekvânı dinledim, ezeli muzdarip, deniz.
Duydum ki rûhumuzla bu gurbette sendeniz.
Dindirmez, anladım bunu, hiçbir güzel kıyı,
Bir bitmeyen susuzluğa benzer bu ağrıyı...