16 Şubat 2015 Pazartesi

UYGUR, GÖKTÜRK, HUN EDEBİYATI

Türk Milleti, tarihin en eski çağlarından beri varlığı bilinen çeşitli topluluklardan meydana gelmiştir. Milletimiz, yüzyılları içine alan bir zaman enginliği içinde ve çok geniş bir coğrafya alanında çeşitli siyasi birlikler meydana getirdiği gibi Japon Denizi kıyılarından Orta Avrupa’ya, Hazar Denizi Kuzeyi’nden Hindistan’ın  Güney ucuna kadar, Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarına yayılmıştır.
Bu kadar eski bir milletin ne dili, başlangıcındaki gibi kalır, ne de bu dilde yazılan yazılı ve sözlü eserler belli bir manzara gösterir

Türkler, gerek Asya’nın orta bölgelerinde, gerek göç yollarıyla gittikleri çeşitli ülkelerde ya hükümdar sülâleleri kurarak oturak medeniyeti meydana getirmişlerdir. Bunun dışında çeşitli tesirlerle yüzyılar süren göçlere katılmışlar, gittikleri yerlerde medeniyetler yaratmışlardır. Komşuluk ettikleri medeniyetlerin gelenek ve göreneklerinden bazılarını benimsedikleri gibi kendi göreneklerini, geleneklerini başka toplumlara aşılamışlardır.

Bu yaşam alış-verişinin yanında, Türkler, komşularıyla kültür ve bilgi alış-verişi de yapmışlardır... Yaşama değişiklikleri, zevk ve dil karışmalarına yol açmıştır. Türk toplumunun çeşitli sanat eserleri bu yüzden sürekli değişim ve gelişimlere uğramıştır. Bu kadar geniş bir zaman çerçevesinde ve bu kadar geniş bir coğrafya alanında yaşayan bir milletin edebiyat mahsûllerini bir çırpıda gözden geçirip incelemek kolay değildir. Bu yüzden sınıflamaya ihtiyaç vardır.

a)   Eski Türk Edebiyatı

SÖZLÜ EDEBİYAT ÜRÜNLERİ

İslâm öncesi Türk Edebiyatının sözlü mahsulleri destanlar, masallar, savlar ve atasözleri, halk şiirleri  gibi anonim denilen, yani yazanı ve söyleyeni bilinmeyen eserlerdir. Bunlar, Türkler arasında yazının yayılmasından önce meydana gelmiş ve kulaktan kulağa söylenip işitilerek öğrenilmiş, yayılmış eserlerdir.

“Ağılda oğlak doğsa, arıkta otu ürer”
“Kişinin alası içinde, hayvanın alası dışında”
“Ot tütünsüz, yiğit yazıksız olmaz”  gibi atasözleri bu devirlerden kalma eserlerdir.

Sözlü edebiyatımızın değişik türleri arasında av türküleri, savaş türküleri, aşk ve bahar şarkıları yer almaktadır.

DESTANLAR DEVRİ

Tarihin eski çağlarında, çok gelişmemiş bütün toplumlar, tabiat olaylarının çözemedikleri  yönlerini, gizli, kutsal sebeplere bağlarlar ve bunlar karşısında duydukları heyecanları hikâyemsi şiirlerle dile getirirlerdi. Çok uzun olan bu şiirler, halk arasında söylene söylene değişimlere uğrar, ama destan denen olayların hikâyesi ve kişilerin kahramanca davranışları hiç değişmezdi.

Tarihin bilinmeyen devirlerinden beri var olan Türklerin de çeşitli bölgelerde sözlü olarak meydana getirilmiş, daha sonraki devirlerde yazıya geçirilmiş destanları vardır. Bu destanlarda daima tabiat üstü olaylar görülür. Türklerin destanları, meydana geldikleri Türk toplumunun, ya da anlattığı olayın veya destan kahramanı olan kişinin adlarıyla anılır.

Eski Türk destanlarının Alp Er Tunga, Şu gibi parçaları vardır. Hun destanlarının en ünlüsü, Oğuz Kağan destanıdır. Göktürk destanları, Bozkurt ve Ergenekon parçalarından meydana gelir. Uygur Türklerinin ise, Türeyiş efsanesi, göç destanı gibi parçaları vardır. Bu eserler halkın toplu olduğu günlerde ve yerlerde söylendiği gibi gezgin şairler tarafından da kopuz denilen sazları çalınarak herkese dinletilirdi. Bu destanlar, halkın şiir dinlemek, hikâye ve roman dinlemek ihtiyacını karşıladığı gibi, milletin bilinmeyen devirlerine ait tarihini de dile getirirdi.

YAZILI EDEBİYAT ESERLERİ

İslâm’dan önceki Türk edebiyatının yazılı eserleri, Türklerin çeşitli medeniyetler kurmuş olan toplanma yerlerinde, şehirlerde, tapınaklarda, mezar taşlarında, dikili taşlarda kazılı olarak, ya da derilere, kâğıtlara tomarlar meydana getirecek şekilde yazılı olarak bulunmuştur. Yazılı edebiyat eserleri başlıca iki Türk alfabesiyle tespit edilmiştir.

Göktürk alfabesiyle yazılı olan eserler VIII. Yüzyıldan kalmadır. Bilge Tonyukuk adında bir Türk vezirinin yaptıkları, taş üzerine kazılarak anlatılmıştır. Kültigin ve Bilge Kağan anıtları da, Orhun Nehri yakınlarında Kuzey-Doğu Türkistan’da bulunmuştur. Göktürk devletinin idarecilerinden olan iki kardeşin başarılarını anlatır.

Bu anıtların yazıldığı Göktürk alfabesi, dik çizgileri bol, taşa kazılmaya elverişli, harfleri bitiştirilmeden yazılan bir sistemdi. Uygur alfabesi ise yatay çizgilerle birbirine bitişik olarak sağdan sola doğru yazılan bir sistemdi. Bu harfler kâğıt ve deri üzerine yazılmaya elverişlidir. IX. Yüzyılda Turfan, Karahoçu, Bişbalığ gibi şehirlerde bulunan, ticaretle, Budizm diniyle ilgili bazı metinler, ahlâk kitapları bu alfabeyle yazılmıştır.

Uygur alfabesi, yalnız Uygur Türkleri arasında kullanılmış değildir. İslâmın Türkler arasında yayılmasından sonra da bu alfabeyle eserler meydana getirilmiştir. XIII. Yüzyılda Cengiz İmparatorluğu’nun resmi yazısı Uygur yazısıydı.