Türk Milleti, tarihin en eski çağlarından beri varlığı bilinen çeşitli
topluluklardan meydana gelmiştir. Milletimiz, yüzyılları içine alan bir zaman
enginliği içinde ve çok geniş bir
coğrafya alanında çeşitli siyasi
birlikler meydana getirdiği gibi Japon
Denizi kıyılarından Orta Avrupa’ya,
Hazar Denizi Kuzeyi’nden Hindistan’ın Güney ucuna kadar, Asya,
Avrupa ve Afrika kıtalarına yayılmıştır.
Bu kadar eski bir milletin ne dili,
başlangıcındaki gibi kalır, ne de bu dilde yazılan yazılı ve sözlü eserler
belli bir manzara gösterir
Türkler,
gerek Asya’nın orta bölgelerinde,
gerek göç yollarıyla gittikleri çeşitli ülkelerde ya hükümdar sülâleleri kurarak oturak medeniyeti meydana
getirmişlerdir. Bunun dışında çeşitli tesirlerle yüzyılar süren göçlere katılmışlar, gittikleri yerlerde medeniyetler yaratmışlardır. Komşuluk
ettikleri medeniyetlerin gelenek ve göreneklerinden bazılarını benimsedikleri gibi kendi
göreneklerini, geleneklerini başka toplumlara aşılamışlardır.
Bu yaşam alış-verişinin yanında, Türkler, komşularıyla kültür ve bilgi alış-verişi de yapmışlardır... Yaşama değişiklikleri, zevk ve dil karışmalarına yol açmıştır. Türk toplumunun çeşitli sanat eserleri bu yüzden sürekli değişim ve gelişimlere uğramıştır. Bu kadar geniş bir zaman çerçevesinde ve bu kadar geniş bir coğrafya alanında yaşayan bir milletin edebiyat mahsûllerini bir çırpıda gözden geçirip incelemek kolay değildir. Bu yüzden sınıflamaya ihtiyaç vardır.
a)
Eski Türk Edebiyatı
SÖZLÜ EDEBİYAT
ÜRÜNLERİ
İslâm öncesi Türk Edebiyatının sözlü
mahsulleri destanlar, masallar, savlar
ve atasözleri, halk şiirleri gibi anonim
denilen, yani yazanı ve söyleyeni bilinmeyen eserlerdir. Bunlar, Türkler
arasında yazının yayılmasından önce meydana gelmiş ve kulaktan kulağa söylenip
işitilerek öğrenilmiş, yayılmış eserlerdir.
“Ağılda oğlak doğsa, arıkta otu ürer”
“Kişinin alası içinde, hayvanın alası dışında”
“Ot tütünsüz, yiğit yazıksız olmaz” gibi
atasözleri bu devirlerden kalma eserlerdir.
Sözlü
edebiyatımızın değişik türleri arasında av
türküleri, savaş türküleri, aşk ve bahar şarkıları yer almaktadır.
DESTANLAR
DEVRİ
Tarihin eski çağlarında, çok gelişmemiş bütün toplumlar, tabiat
olaylarının çözemedikleri yönlerini, gizli, kutsal sebeplere bağlarlar
ve bunlar karşısında duydukları heyecanları
hikâyemsi şiirlerle dile getirirlerdi.
Çok uzun olan bu şiirler, halk
arasında söylene söylene değişimlere
uğrar, ama destan denen olayların hikâyesi
ve kişilerin kahramanca davranışları hiç
değişmezdi.
Tarihin bilinmeyen
devirlerinden beri var olan Türklerin de çeşitli bölgelerde sözlü olarak meydana getirilmiş, daha
sonraki devirlerde yazıya geçirilmiş
destanları vardır. Bu destanlarda daima tabiat
üstü olaylar görülür. Türklerin destanları, meydana geldikleri Türk
toplumunun, ya da anlattığı olayın veya destan kahramanı olan kişinin adlarıyla anılır.
Eski Türk destanlarının Alp Er Tunga, Şu gibi parçaları vardır.
Hun destanlarının en ünlüsü, Oğuz Kağan destanıdır. Göktürk destanları, Bozkurt ve Ergenekon parçalarından
meydana gelir. Uygur Türklerinin
ise, Türeyiş efsanesi, göç destanı
gibi parçaları vardır. Bu eserler halkın toplu olduğu günlerde ve yerlerde
söylendiği gibi gezgin şairler tarafından
da kopuz denilen sazları çalınarak herkese dinletilirdi.
Bu destanlar, halkın şiir dinlemek, hikâye ve roman dinlemek ihtiyacını karşıladığı gibi, milletin
bilinmeyen devirlerine ait tarihini de dile getirirdi.
YAZILI
EDEBİYAT ESERLERİ
İslâm’dan önceki Türk edebiyatının yazılı eserleri, Türklerin çeşitli medeniyetler
kurmuş olan toplanma yerlerinde, şehirlerde,
tapınaklarda, mezar taşlarında, dikili taşlarda kazılı olarak, ya da derilere,
kâğıtlara tomarlar meydana getirecek şekilde yazılı olarak bulunmuştur.
Yazılı edebiyat eserleri başlıca iki Türk alfabesiyle tespit edilmiştir.
Göktürk
alfabesiyle yazılı olan eserler VIII. Yüzyıldan kalmadır. Bilge Tonyukuk adında bir Türk
vezirinin yaptıkları, taş üzerine kazılarak
anlatılmıştır. Kültigin ve Bilge Kağan anıtları da, Orhun Nehri yakınlarında Kuzey-Doğu Türkistan’da bulunmuştur. Göktürk devletinin idarecilerinden olan iki
kardeşin başarılarını anlatır.
Bu anıtların yazıldığı Göktürk alfabesi, dik çizgileri bol,
taşa kazılmaya elverişli, harfleri bitiştirilmeden yazılan bir sistemdi. Uygur alfabesi ise yatay çizgilerle
birbirine bitişik olarak sağdan sola
doğru yazılan bir sistemdi. Bu harfler kâğıt ve deri üzerine yazılmaya
elverişlidir. IX. Yüzyılda Turfan,
Karahoçu, Bişbalığ gibi şehirlerde bulunan, ticaretle, Budizm diniyle ilgili bazı metinler, ahlâk kitapları bu alfabeyle
yazılmıştır.
Uygur alfabesi, yalnız Uygur Türkleri arasında kullanılmış değildir. İslâmın Türkler
arasında yayılmasından sonra da bu alfabeyle eserler meydana getirilmiştir.
XIII. Yüzyılda Cengiz İmparatorluğu’nun
resmi yazısı Uygur yazısıydı.