İnsanı hafıza (bellek) oluşturmaya zorlayan
güç toplumdan yani sosyal hayattan
kaynaklanır. Şahsi düşünceler, sosyal çevrelerde hatırlanıp ortaya dökülürler.
Yazının bulunmadığı toplumlarda, geçmişten bu
yana edinilmiş bilgiler, kollektif
hafızada yani, sözel gelenekle
korunurlar. Yazının ağır bastığı toplumlarda ise bilgi birikimi yazı ile korunur.
Din
alanında bilgi birikimi aktarmak
için tek yol dil değildir. Ayinler,
kutsal yerlerin ziyareti, kurban, ibadetler, törenler, kuruluş günleri vs gibi
aktiviteler de bilgilerin hatırlanmasını
ve aktarılmasını sağlar. Kutsal
törenler, zaman içinde mânâlarını kaybeder
ve büyüklerden görüldüğü şekilde, töresel
bir mecburiyet halini alarak tatbik edilirler
Bilgi birikimlerinin
aktarılıp hatırlanması için sözel kısa
metinler oluşturulur. Şiirler, atasözleri, özlü sözler, masallar, ilâhiler,
mitolojik hikâyeler bu amaca hizmet ederler.
Geçmiş olayların
hatırlanmasıyla hazırlanan tarihi
belgeler, çeşitli ilişkilerin doğru
biçimde günümüze ulaşmasını sağlar. Ancak bunlar, genellikle güncel tesirlerin baskısıyla, o zamanın olaylarını haklı çıkarmaya yönelik bazı değişikliklere de uğrayabilmektedir.
Sözlü gelenekler, yazıya
dökülürken veya sözlü olarak aktarılırken doğası gereği birtakım değişimlere uğrar. İlâveler, yanlışlıklar ve unutmalar (ezberlense dahi) devreye
girebilir.
Batı Afrika’da gelenekçi “griotlar” zamanlarına ait bilgileri ezberler ve geleneksel olarak sonraki
kuşaklara aktarmaya çalışırlar...
Günümüz gelişmiş
toplumları, bilgiyi toplamak, bilgi birikimini muhafaza etmek için halen yazıyı kullanmaktadır. İnternetin icadıyla; bilgiyi muntazam arşivlemek, korumak, gerektiğinde ortaya dökmek
ve kopyalayarak paylaşmak son derece
kolay hale gelmiştir...