23 Mayıs 2015 Cumartesi

BANDIRMA GEMİSİYLE SAMSUN'A ÇIKIŞ

12Mayıs 1919 günü Mustafa Kemal Paşa’nın Şişli’deki evine gittim. Heyecan içindeydim. “Paşam” dedim.

Sizin Müfettiş olarak Anadolu’ya gideceğinizi öğrenmiş bulunuyorum. Ben de sizinle beraber gelmek istiyorum. Müsaadelerinizi istirham edeceğim.

Bir an durdu, düşünceli bir tavırla yüzüme baktı.

“Gerçek amacımızın, millet ve memleketi boyunduruk altından kurtarmak olduğunu biliyorsun. Yapmak istediğimiz işin büyüklüğünü bile bile böyle konuşman beni çok memnun etti... Ama iyi düşün Hikmet!. Bu çok büyük, fakat çok tehlikeli bir iştir. Bu işin ucunda başarılı olmak kadar ölmek de var.” dedi.

Düşüncemde ısrarlı olduğumu görünce. Yaverini (Cevat Abbas Gürer) çağırarak benim de Ordu Müfettişliği karargâhına alınmam için gereken işlemin yapılmasını istedi.

16 Mayıs 1919 sabahı evden ayrıldım. Bandırma gemisine gittim. Mustafa Kemal Paşa ve karargâh üst subaylarından bazıları güvertedeydiler. Karargâh kadrosu dışında Kur. Alb Refet Bele Bey de bulunuyordu.

Dahiliye Nazırı (İçişleri Bakanı) Mehmet Ali Bey, gemiye bir jandarma yüzbaşısı göndererek “İyi yolculuklar” dileğini iletti. Gemimiz ağır ağır demir aldı. Tarihi yolculuğun başlangıcındaydık.

Bandırma vapuru İsmail Hakkı Bey’in yönetiminde limandan biraz açıldıktan sonra, Kızkulesi açıklarında tekrar demirledi. Bir İngiliz Kurulu gemiyi kontrole geldi. İngilizler, Anadolu’ya silâh kaçırılmasını önlemek amacıyla gemimizi kontrol ediyorlardı. Aradıklarını bulamadılar. Gemimiz tekrar demir aldı.

Gemimiz, düşman zırhlılarının arasından geçerek ağır ağır Karadeniz’e doğru ilerlemeye başladı. Hepimiz güvertede bu manzarayı üzüntüyle seyrediyorduk. Bir ara Mustafa Kemal Paşa :

“Bunlar işte böyle yalnız demire, çeliğe, silâh kuvvetine dayanırlar. Bildikleri şey yalnız madde. Bunlar, hürriyet uğruna ölmeye karar verenlerin kuvvetini anlayamazlar. Biz Anadolu’ya ne silâh, ne cephane götürüyoruz. Biz ideâli, İmanı götürüyoruz!...”

Refik Saydam Bey’le geminin arkasındaki küpeşteye yaslanmış, ağır ağır kaybolan İstanbul siluetini seyrediyorduk. Bir ara Refik Saydam Bey:

Acaba İstanbul’u bir daha görebilecek miyiz? dedi...

Artık Karadeniz’deyiz. Akşamın karanlığı iyice çöktü. Uzaklarda tek tük görünen ışıklar da kaybolup yerini karanlığa bıraktı. Sert rüzgâr yüzümüzde şaklıyordu. Gittikçe şiddetli bir fırtınaya dönüştü.

Gecenin karanlığı içinde büsbütün korkunçlaşan Karadeniz’in hırçın dalgaları üzerinde Bandırma gemisi sallanmaya başlamıştı.

Bu sıralarda Mustafa Kemal Paşa ile Kaptan İsmail Hakkı Bey arasında şu konuşmalar geçmiş :

“Kaptan, Karadeniz’de bu kaçıncı yolculuğunuzdur?”

Marmara’dan taşraya ilk çıkışımdır Paşam!”

“Karadeniz’in tehlikeli noktalarını biliyor musunuz?”

Paşam, Kerempe Burnu’nu geçersek tehlikeyi kısmen atlatmış oluruz.

“Peki, hangi rotayı izliyorsunuz?”

Ne rotası Paşam? Allah’a sığındık gidiyoruz.

“Niçin böyle gidiyoruz, bunun sebebi?”

Geminin birçok noksanı var Paşam. Pusula yok, parakete bozuk. Böyle bir geminin rotası olur mu ki?. İki gün önce hareket emrini verdiklerinde, bütün noksanlarımı anlattıysam da dinletemedim...

“Pekâla. Normal rotayı izlemeyeceksiniz. Mümkün olduğu kadar kıyıya yakın gideceksiniz

Uykusuz geçen gecenin sabahında, güverteye çıktığımızda fırtınanın sürmekte olduğunu gördüm. Saatte yedi mil hızla sallana sallana yol alıyorduk.

İstanbul’dan ayrılmadan evvel kulağımıza, İngilizlerin Karadeniz’de gemimizi batıracakları söylentisi çalınmıştı. Haberi, Rauf Orbay Bey, Mustafa Kemal Paşa’ya bizzat  vermişti. Kaygılarımıza rağmen herhangi bir şey olmadı.

Gece saat 11 de ölü şehir havası veren İnebolu’ya geldik. Şiddetli dalgalar karaya çıkmamızı engelleyince, yolumuza devam ettik.

18 Mayıs günü saat 12 ye doğru gemimiz Sinop limanına girdi. Dalga sebebiyle, gemiye güçlükle yanaşan bir sandala binerek karaya çıktım. Samsun Tümen Komutanlığı’na, geleceğimizi bildiren bir telgraf çektim ve gemiye dönerek Paşa’nın yaveri Cevat Abbas Gürer Bey’ e  emrin yerine getirildiğini ilettim.

19 Mayıs 1919 sabahı saat 6 da, direğine ordu forsu çekilmiş gemimiz ağır ağır Samsun limanına girdi. Hepimiz heyecan içinde şehre bakıyorduk. Parlak yaz güneşinin ışıkları altında Samsun, beyaz badanalı evleri, yemyeşil tepeleriyle, gözlerimizin önüne uzanıyordu.

Kıyı, ana baba günü halindeydi. Gemimiz demir atınca sahilden coşkun gösteriler yükseldi. Hemen ardından geminin etrafını kayıklar sardı. Halkın bu coşkun gösterisini görünce boğazıma birşeyler düğümlendi, gözlerim yaşardı.

Gemiye yanaşan kayıkların birinden çıkan bir binbaşı, bizlere “Hoşgeldiniz” dedikten sonra karaya davet etti. Önce Mustafa Kemal Paşa, bizi tehlikeler içinde Samsun’a getirmeyi başaran kaptanımız İsmail Hakkı Bey’le vedalaştıktan sonra kayığa bindi. Ardından bizler de ikişer, üçer diğer kayıklara bölüştürüldük. Heyecan içindeyiz. Kıyıya yaklaştıkça rıhtımda birikmiş ve bayrak sallayan halkın gösterileri çoğalıyordu.
Tahta iskeleye ilk çıkan Paşa oldu. Karşılamaya gelenleri süzdü ve diğer karargâh subaylarının karaya çıkmasını bekledi. Daha sonra yüksek sesle :

“Haydi arkadaşlar!.. Karada bize ölüm yok artık...”

Uykusuz ve kaygı içinde geçen 3 günden sonra kutsal Anadolu toprağına ayak basmıştık. İskelenin önünde yer alan bando gümbür gümbür marş çalmaya başladı. Samsun Mutasarrıfı Ethem Bey, Mustafa Kemal Paşa’nın elini sıktı. Ardından şehrin Askeri Komutanı, Belediye Başkanı, Polis Müdürü de Paşa’ya ‘hoşgeldiniz’ dediler.

Halkın arasında, iskeleden, bize ayrılan okul binasına kadar yürüdük...
 
                                                                      Hikmet Gerçekçi (*)

(*)  Hâkim General, Atatürk’le beraber Samsun’a gidenlerden (1886-1962)
Kaynak: Atatürk’ten anılar, kemal arıburnu, işbank kült. yay.1976 s.352-360